Ateşten Adam Ya da Bozkurt adlı yapıtımı oluştururken neredeyse yüze yakın kaynağı okudum. Onlardan bazı bölümlerden alıntı yaptım ve kitaba aldım. Ancak O’nu yakından tanıyanların kimi anılarından belli oranda yararlandığım için büyükçe bir bölüm kitap dışında kaldı. Bu anıları bir kıyıda işlevsiz bırakmaya gönlüm razı olmadı. Bu anıları Kuşadalı Mahmut Esat Bozkurt’u daha iyi tanıtmak O’nun” Ateşten Adam”lığını ortaya koymak için KUYETA okurlarıyla paylaşmak gereksinimini duydum. Anılarını aktaracağım yazarların yazılarının özüne dokunmadan, dönemin dil anlayışı nedeniyle günümüzdeki karşılıklarını vererek sizlerle paylaşacağım. Böylece bu anıları unutulmuşlukların arasından çıkararak günışığına kavuşturacağız.
Kaybettiğimiz Kıymetler -1
Mahmut Esat’tan Hatıralar – Yazan İsmail Habip Sevük
Kalem Dostluğu: Dostluğumuz çeyrek asır önce, şahsen birbirimizi görüp tanımadan başladı. İstiklal Cengi’nin ilk devirlerinde Kastamonu’daki “Açık Söz”ün başmuharrirliğini(başyazar) yapıyordum. O da Yunus Nadi’nin Ankara’da çıkarmakta olduğu”Yeni Gün”e yazıyordu. Karşılıklı birkaç makale neticesinde onun yanlış yere dar sanılan Türkçülüğünün genişliğini meydana çıkarmıştım. Bundan ne kadar memnun olduğunu, 1 Mart 1921’de Ankara’ya gelip kendisiyle şahsen tanışınca anladım. O günden son güne kadar ne zaman rastlaşsak yanımızdakilere “Biz İsmail Habip’le tanışmadan dost olduk” der ve buna “kalem dostluğu” adını verirdi. Onca kalem dostluğu gövdesiz olduğu için manevi: manevi olduğu için de en temiz dostlukmuş.
Bir İthafiye: Ankara’ya yerleştikten biraz sonra “Yeni Gün” ün 21 Nisan 1922 tarihli nüshasında başmakale olarak çıkan “İki Bahar ve İki Gazi” başlıklı yazıyı “Anadolu Türklüğünün en şuurlu(bilinçli) aşıkı Mahmut Esat Bey’e” sözleriyle kendisine ithaf etmiştim. Bu ithafın paha biçilmez karı, o yazının Atatürk tarafından okunduğunu, üstelik beğenildiğini, o ithaf sayesinde öğrenmekliğim oldu.Bunu 1939’da çıkan “Atatürk İçin” kitabında (s.134)şöyle yazmıştım: Yazının neşrinden (yayınlanmasından) birkaç gün sonra, muhterem dostum Mahmut Esat anlattı: Gazi kendisine “Maşallah size güzel yazılar ithaf ediliyor” demiş. Kendisi de şu cevabı vermiş: “Yazıların ithafı bize, ama içi efendimize.” O günlerin büyüklüğü içinde zaten ruhlarımız gövdelerimize sığmazken o sözle içimi büsbütün kanatlanmış sandımdı.
Odasında Toplanışlar: O zamanki Ankara’da hemen herkesin ya bir Musevinin ya bir Ermeni katoliğinin evine pansiyon diye sığındığı zamanlarda müstakil ev kiralayabilen nadir mesutlardan biri de Mahmut Esat’tı. Karaoğlan Semtinin iç sokaklarından birindeki bu evde sık sık toplanırdık. Devam edenler arasında Tevfik Rüştü ve Faruk Nafiz de vardı. En çok şiir ve edebiyat sohbetleri yapıyorduk. Çetin bir Türkçü olduğu halde birinci sınıf divan şairlerine aşıktı. Anlardık, onun Türkçülüğü, Türk’e şeref olan her şeyi sevmekti.
Vekillik ve Alimlik: “Yeni Gün”deki içtimai(sosyal) yazılarıyla bir fikir adamı olarak görünmeye başlayan genç Mahmut Esat’ta vekil olmak emelini de seziyorduk. Bütün bir gönül samimiyetiyle buna muarızdım.(karşı) O.”Peki vekil olmak için cahil mi olmalı?” diyordu. Belli ki hem iktidarı özlüyor hem fikir adamı kalmak istiyor. Hayatının sonraki safhalarından(aşama) anladık ikisinde de haklıymış. Henüz otuzundayken vekil oldu, bütün ömrünce de fikir adamlığını bırakmadı.
Hitabetinin Dokunaklığı: 1923 yılında, İkinci Millet Meclisinin ilk zamanları, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu(Anayasa) müzakere edilmektedir. Cumhurbaşkanına veto hakkı verilmek gibi selahiyetler( yetkiler) müzakere ediliyor. Böyle selahiyetlerin verilmesine muhalif(karşıt) olan Mahmut Esat kürsüye çıktı. Ağır, mat,inanan ve inandıran bir kudretle söylüyor. Mecliste çıt yok. Tesir(etki) o kadar büyüktü ki ondan sonra aynı fikri müdafaa için daha birçok hatip söz aldığı halde hepsi vazgeçti. Hitabeti (söylevi) yalnız aleyhtarlarını(karşıtlarını) değil taraftarlarını bile eritmişti.
Zeybeklik ve O: Mahmut Esat yeni Adliye Vekili iken 1926’da Edirne’yi teftişe geldi. Türk Ocağı’nda şerefine ziyafet veriyoruz. Ocak reisi sıfatıyla nutuk söylerken bir aralık dinleyicilerime, kendilerini birkaç dakika için mevzudan(konu) çekeceğimi söyleyerek, sanki bir hikayeden bahseder gibi, İsviçre’de tahsilini ( eğitimini) bitirip memlekete yeni gelmiş bir Türk gencini anlatmaya başladım. Bu genç kalemiyle ve ilmiyle hizmet edecekti. Fakat İzmir işgali kendini gösterince… Zaten o havaliden(yöreden) olan gencimiz, derhal kalemi bırakıp mavzere sarıldı ve elbisesini atıp zeybek kıyafetine girerek dağa çıktı. Birden bire cemaate (topluluğa ) Mahmut Esat’ı gösteriyorum:”Size, bu zeybeği takdim ederim!” Alkış, alkış. Ne derin bir memnunlukla heyecanlandı, ne derin. O ki bütün ömrünce fikir adamlığından ayrılmadı. Fakat ruhunda daima mızraklı bir zeybek vardı.
Baki’nin Gazeli: Edirne Ocağındaki cevabi nutkunda(karşılık konuşması) benim bir sene önce çıkmış olan “Türk Teceddüt Edebiyatı Tarihi”nden bahsederken Gazi’nin sofrasında bu kitaptan imtihan edilip durduklarını söylemiş ve kendisine kitap açıldığı zaman tesadüfen Baki’nin: Ferman-ı aşka can iledir inkiyadımız, diye başlayan gazelinin çıktığını anlatmıştı. O, bu gazelde bilhassa(özellikle) Baş eğmezüz edaniye dünya-yi dun için mısraına bayılıyordu.(Günümüz diline çevirisi: Aşkın fermanına canımızı vererek boyun eğeriz. Ancak dünyanın alçaklıklarına baş eğmeyiz.) Bu hadiseyi 1928’de Gaziantep’te anlattı. O senenin yazında, o binlerle kilometrelik bir teftiş seyahatine çıkmıştı. Ben de Adana Mıntıkası Maarif Emini(Başkanı) sıfatıyla teftiş için Antep’te bulunuyordum. Belediyenin verdiği birkaç yüz kişilik ziyafette gene Gazi’nin sofrasındaki imtihanı ve gene Baki’nin gazelini anlattı. O bana bunları, yalnız bana cemile olsun (hoşluk) diye söylemiyordu. Kitap Gazi’nin sofrasında bir fal gibi açılıp da kendisine “ Baş eğmezüz edaniye…” diye bir gazel çıkınca o bunda kendi idealinin fal tarafından bile teyid edilen(doğrulanan) bir delilini (kanıt) görerek seviniyordu. Evet baş eğmemek, yer yüzü ancak o zaman yaşanmaya değer.
Lotüs Zaferi: Antep’te Muallimler(Öğretmenler) Birliği de kendisine hürmet içtimaı(saygı toplantısı) yaptı. Bir ilk mektep muallimesi( İlkokul kadın öğretmen) çok güzel ve samimi bir nutuk söylüyor.O sıralarda Mahmut Esat’ın La Hey’de kazandığı Lotüs zaferi hatıralarda çok canlıydı. Nutuk söyleyen kadın bilhassa bunun üzerinde duruyordu. İçtima bitince, Mahmut Esat bana: “İsmail Habip, nutku dinlerken o kadar heyecan duydum ki dişlerimi sıka sıka, bak dişlerimden birini kırdım” dedi ve kırılan dişini gösterdi. Bundan onun ne kadar heyecanlı bir ruhu olduğunu değil, ayni zamanda Lotüs zaferinden ne kadar övünçlü bir heyecan duyduğunu da anladım. Bir kırık diş bütün bir Mahmut Esat’ı gösteriyordu.
Mavzer ve Mitralyöz: Antep’ten Maraş’a gidilecek. Orası da kendi mıntıkam dahilinde olduğu için ben de beraberim. Maraş’ta alay kumandanı rahmetli Hacı Şükrü, Mahmut Esat’ın silah merakını bildiği için resmi bir atış tertip etti.( Mahmut Esat Bozkurt, Kuşadası Cephesi’nde savaşırken Hacı Şükrü binbaşı olarak Aydın’da 57. Fırka’da Zeybek Ordusu Komutanı olarak görev yapmaktadır.1. TBMM’de Hacı Şükrü de Diyarbakır Milletvekili olarak Mahmut Esat Bozkurt’la görev yapacaktır. Nail Topal’ın notu.) Vuruş puanları resmen alay defterine geçecekmiş. Daire daire çizilmiş hedef çok uzakta. Birkaç subay, siperimsi bir hendeğe girerek numune atışı yaptılar. Herkes üç defa atacak. Mahmut Esat da attı, hedefe isabet etmiş. Bana:” Haydi bakalım Maarif Emini, sen de!” diyor. “Çatlak patlak bir kalem kullanırım, fakat silah kullanmam” diyorum. Beni ille kışkırtmak istediği belli: “Erkek olan silah atmayı bilir.” Söz damarımda bir yere dokunmuş olacak, hendeğe girdim. Çok dikkatliyim. Neticeyi bildirdiler. Tesadüfe bakın, en iyi puanı ben almışım.
Dostumun bayağı canı sıkıldı. Ben sanki bir hünerim var da saklıyormuşum gibi suçlu bir mevkiye düşmüştüm. Ondan sonra mavzerle mitralyözün evlenmesinden doğma yeni bir silahla atış yapıldı. Bize nasıl kullanılacağını öğrettiler. Mahmut Esat hedefe isabet ettirdi. Ben gözümü yumarak boşa attım. Dostum memnun: “Sen mavzerde beni, ben de mitralyözde seni geçtim” diyor. İyi ki geçti. Hiç yoktan dostumun kalbini kırmıştım. Gene hiç yoktan kalbini kazandım.
Kulak Hakkı: Bir akşam beş altı kişilik bir ziyafet verdi. Masada Faruk Nafiz de var. Bir aralık Mahmut Esat, bana: “Kadehleri çın çın diye neye tokuştururlar?” dedi. “ Ne bileyim dedim, galiba kadehin içindekini ağız tadıyor, göz görüyor, el tutuyor, burun kokuyor, beş hassamızdan(duyumuzdan) yalnız kulak açıktadır; kadeh tokuşturmak kulak hakkı için olacak!” Başladı gülmeye, beş dakika on dakika boyuna gülüyor. “canım bunda bu kadar gülünecek ne var?” dedim. Meğer kulak hakkı deyince aklına kendi memleketindeki Çolak Hakkı gelmiş. Onun tuhaflıklarını anlatmaya başladı. Ne kadar gülüştük, ne kadar…
Fatih ve Yavuz: Bir gün beş altı kişi İstanbul’da Abdullah Efendi Lokantasında yemekteyiz. Mahmut Esat o sıralarda Üniversitede İnkılap derslerini vermek için sık sık İstanbul’a gelirdi. Sofradakilerden biri, İnkılapçı Mahmut Esat’a yaranmak için olacak, ulu orta padişahlara atıp duruyor. O sıralarda benim “ Tuna’dan Batı’ya” yeni çıkmıştı. O kitabı vesile (sebep,fırsat) yaparak Cumhuriyetten beri ilk defa Varna’yı yazarken İkinci Murat’tan, Niğbolu’da Yıldırım’dan, Belgrat’ta Fatih’ten ve Mohaç’ta Kanuni’den tarihin hakkını vere vere bahsettiğini söyledikten ve onların yalnız birer padişah değil, ayni zamanda birer serdar( başkomutan) olduğunu anlattıktan sonra, Faruk Nafiz’de hatırlar aynen şunu söyledi: “ Bu millet Fatih’le Yavuz’un yüzü suyu hürmetinedir ki Deli İbrahimlerle Deli Mustafalara katlandı.” Onun Türkçülüğü gibi inkılapçılığı da dar değildi.
Son Görüşüm: Onunla en son, ölümünden birkaç hafta önceye kadar meclis lokantasında birkaç defa görüştük. Bacakları siyatikten rahatsız olduğu için meclise seyrek geliyordu. İçkiyi kati(kesin) olarak çoktan bırakmıştı. Bütün emeli “Atatürk İhtilali” adındaki üç ciltlik eserini bitirmekti. Bunun neşredilen birinci cildi tükendiği için hem onu yeniden bastıracak hem de hummalı bir hamleyle( çok istekli davranarak) diğer iki cildi bitirecek. Eserini bitirmeden gitti. İşittik ki ölümüne sebep dimağ damarının patlamasıymış.(Beyin kanaması)
Mahmut Esat Bozkurt, bu dünyaya beyhude gelenlerden değilsin. Yalnız adliyemizde değil İnkılabımızda da silinmez izin var. Nurlu iz. Ölümün vakitsizdi, fakat izini vaktinde çizdin. Hep faniyiz(ölümlü). Lakin geride böyle izi olanlardır ki fenayı(yok olma) yeniyorlar. Hayattayken dostluğun övüncümdü; şimdi bütün dostluğumla temiz ruhunun önünde selam duruyorum.
23 birinci kanun (Aralık) 1943 Ankara-Cumhuriyet Gazetesi
İsmail Habip Sevük’ün Özgeçmişi: 1892’de Edremit’te doğdu. İlköğrenimini Edremit’te yaptı. Bursa Lisesini bitirdi. Yüksek öğrenimini İstanbul Hukuk Mektebinde yaptı. 1914 yılında Kastamonu’ya edebiyat ve felsefe öğretmeni olarak atandı. Kastamonu’da İttihat Terakki Cemiyeti Müdürlüğü yaptı. 1919’da İzmir Sultanisinde edebiyat öğretmenliği yaparken İzmir’in işgali üzerine Balıkesir’e geçerek Mustafa Necati ve Vasıf Çınar’la İzmir’e Doğru Dergisini çıkararak yönetti. Balıkesir de işgal edilince Kastamonu’ya döndü. Burada Açıksöz gazetesinin başyazarlığını üstlendi. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Ankara’ya gitti. Bir taraftan Ankara Erkek Lisesinde edebiyat öğretmenliği yaparken bir taraftan da Yeni Gün gazetesinde yazarlık yaptı. 1923 yılında Atatürk’ün Adana, Mersin, Konya illerine yaptığı gezide Anadolu Ajansı muhabiri olarak görev yaptı. Gezi izlenimlerini Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yayınladı.
Vasıf Çınar’ın Milli Eğitim Bakanlığı sırasında Edirne’ye Milli Eğitim Emini (Müdürü) olarak atandı. Aynı zamanda Edirne Türk Ocağı Başkanlığını üstlendi. 1925 yılında Türk Teceddüt Edebiyatı Tarihi adlı kitabı yayınlandı. Adana ve Antalya Maarif Eminliği görevlerinde bulundu. 1931 yılında Galatasaray Lisesi edebiyat öğretmeni olarak atandı. Bu görevdeyken TBMM’ye 7. Dönem Sinop milletvekili olarak seçildi. 1946’da emekliye ayrıldı.Kendini edebiyat çalışmalarına verdi. 17 Ocak 1954’te gırtlak kanserinden öldü.
Yapıtları:
- Türk Teceddüt Edebiyatı Tarihi(1925)
- Edebi yeniliğimiz(1931-1932)
- Tanzimattan Beri (1940)
- Tuna’dan Batı’ya (1935-1944)
- O zamanlar (Kurtuluş Savaşı Anıları 1936
- Atatürk İçin(1939)
- Avrupa Edebiyatı ve Biz (1940-1941)
- Edebiyat Bilgileri( 1942)
- Yurttan Yazılar (1943)
- Türk Güreşi (1946)
- Mevlana (1954)
- Yunus Emre(1954)
Not: Vikipedi Özgür Ansiklopediden yararlanılmıştır.
Nail TOPAL