Gençlik ve Mahmut Esat Bozkurt

Mahmut Esat Bozkurt’u öğrencileri çok severdi; gerek İnkılap dersi kürsüsünde gerek Hukuk Fakültesi’nde Devletlerarası Hukuku derslerinde sürekli büyük bir ilgiyle dinlenir ve izlenirdi. Onun çoğu özgün olan düşünceleri öğrenci arasında tekrar edilir, ağızdan ağıza naklolunurdu. Fakültenin en kalabalık dersleri her zaman onunkilerdi. Sınıfa girdiği zaman sıraları ve sıra aralarını tamamen dolmuş olarak bulur, kürsüye doğru ilerlemekte güçlük çekerdi. Ona yetişmemiş şimdiki öğrencilerimiz bile kendisini sevgi ve saygı ile anmaktadırlar. Bu genel ve güçlü ilginin sebebini araştırınca şu nokta üzerinde durmak gerekmektedir:
1- Ülkü adamı olarak kendisinin sahip olduğu değer 2- Hoca olarak öğrencisi üzerinde yaptığı olumlu ve bağlayıcı etki
Birinci özellik: İnsan vardır, doğar, büyür, ölür; bütün yaşamı, hayatın dalgaları, maddi kaygıları içinde geçer. Hiçbir yüksek ülkü, onu kendine çekmemiş, kendi dar çevresi dışında, hiçbir duygu onu sarsmamıştır. Bu türlü bir varlığın dünyaya gelişi de oradan ayrılışı da üyesi bulunduğu toplulukta pek farkına varılmayan olay gibi gelir geçer. Mahmut Esat, bu zümreye bağlı bir insan değildi. İnsan vardır, daha kendi benliğini idrak etmeye başladığı anda, düşünce ve davranışlarında, fizyolojinin basit içgüdülerini ikinci plana atar ve büyük tutkular, hayaller ardında koşmaya başlar. Bu tür insanlardan bir kısmı kişisel tutkularının, kişisel çıkarlarının, zevklerinin tatminini enerjilerine hedef yaparlar. Hayatlarını adeta çılgınca harcarlar. Bunlar bu alemden göçtükleri zaman, yaşarken eriştikleri rütbe, makam, servet ne olursa olsun, pek kısa bir süre sonra unutulmaya mahkumdurlar. Mahmut Esat’ı bu sınıfa sokmak mümkün değildir.
Bu ikinci tür insanlardan bir diğer kısmı, kendi nefislerini ihmal ederler, ne rütbeye ne makama ne servete, ne şöhrete fazla değer vermezler. Onlar büyük bir ülküye inanmış ve bütün varlıklarını onun uğrunda kullanmaya koyulmuşlardır.İşte Mahmut Esat Bozkurt, bu çeşitten bir insandı. O, Milli Türk devriminin- kendi deyimiyle “Atatürk İhtilalinin” Türk Milletini layık olduğu seviyeye tekrar eriştirecek en güzel, en anlamlı hareket olduğuna iman etmiş bir adamdı. Devrime ve şeflerine bağlılık Mahmut Esat’ta bir akıl ve mantık işi olmadan önce bir gönül, bir duygu, bir kelime ile bir “iman” işiydi. O, aklı ile açıklamadan önce, kalbiyle inanmıştı. Milliyetçilik ve halkçılık onun belli başlı iki özelliğiydi. Türk Milletinin büyüklüğüne kuvvetle inanmıştı. O, bir milli aşağılık duygusu nedir hiç bilmemiştir. Kendi milletini herhangi bir insan topluluğundan aşağı saymak şöyle dursun, onu milletlerin en yeteneklisi ile daima boy ölçüşebilir görürdü. Lotus- Bozkurt olayında, dünyanın en yüksek mahkemesi önünde ve en tanınmış hukukçuları karşısında, davamızı savunurken, onu kuvvetli tutan bu duyguydu. İsviçre gibi uygarlık ve kültürce çok ileri gitmiş bir memleketin Medeni Kanununu aynen çevirerek kendimize mal etmeyi öne sürdüğü zaman da bu duygudan ilham alıyordu. Fakülte kürsüsünden: “ Von List böyle söylüyor… Türkoğlu Mahmut Esat da şöyle diyor…” derken de aynı kaynaktan kuvvet alıyordu. O, sürekli insanı coşturuyor, harekete getiriyor, sonradan aklı çareler arıyor ve buluyordu. Ruhu maddeyi kendi emrinde tutuyor, onu istediği kalıba döküyordu.
İkinci özellik: Profesör olarak üzerine aldığı görevlerden biri Devrim Tarihi dersiydi. Bu konu onun için biçilmiş bir kaftandı diyebiliriz. Zira yukarıda açıkladığımız özelliği ile Mahmut Esat, devrim hakkında hem yetkiyle hem de aşk ve imanla konuşacak adamdı. Her derste karşısına toplanan binden fazla Türk gencini coşturmada, inandırmada ve onlara yeni rejimi sevdirmede başarılı oldu.
Hoca olarak gördüğü diğer iş, Fakültesindeki Devletlerarası Hukuku kürsüsünü idare etmekti. Acemi ağız ve kalemlerde bir çeşit kozmopolitizm, beynelmilelcilik propagandası halini kolayca alabilecek bir dersi, o, gençlerin milli duygularını güçlendirmek, vatan aşkını her şeyin üstünde tutmanın değerine inançlarını arttırmak için vesile yapardı. Ve bunu ne kadar ustalıkla ne kadar incelikle yapardı. Milletlerarası ilişkilerde Türkleri tutucu, yarı uygar bir millet olarak göstermek, Avrupalı yazarların çoğunun adetiydi. Bunlara tarihten aldığı örneklerle güçlü cevaplar verirdi ki öğrencilerin yürekleri iftiharla kabarırken, Türk olmanın gururunu bir daha kuvvetle duyarlardı. “ Hıristiyan profesörlerden bazıları, Türkleri tutuculukla suçlarlar. Bakınız tutuculuk kimdeymiş: Haçlı Seferleri sırasında İznik kalesi elden ele geçiyordu. Kaleyi Türkler aldığı zaman, içerde bulunan kadınlara, çocuklara, rahiplere hiç dokunmadılar, gayet iyi davrandılar. Daha sonra kale, haçlıların eline düşünce çoluk çocuk, kadın erkek ayırmadan bütün Müslümanları kılıçtan geçirdiler… Gördünüz mü insanlığa aykırı muameleyi kim yapıyormuş? Gördünüz mü tutuculuk kimdeymiş?
1941’de birinci cildini yayınladığı Devletlerarası Hak adlı kitabı, Devletler arası Hukuku Tarihini milli tarihimiz bakımından ilk kez olarak incelemiş bir eserdir. Mahmut Esat’a gelinceye kadar, genellikle batılı yazarların birinin kitabı temel alınıyor ve bize uyarlanıyordu. Tabii her yazar dünya olaylarını kendi milletini haklı çıkaracak bir biçimde yorumlamaya ve açıklamaya çalıştığı için, bizim gençlerimiz de hocalarının kaynak olarak seçtikleri yazarın etkisi altında kalmak tehlikesiyle karşılaşıyorlardı. Bu ise kültür bakımından pek kötü bir durum yaratabilirdi. Mahmut Esat, bu geleneği kökünden sarsacak bir adım atmıştır. Bundan sonra Devletlerarası Hukuku dersini okutacak ya da bu konuda eser yazacak profesörlerimizin aynı yoldan yürüyeceklerine hiç şüphe etmiyoruz. Bu sebepten Devletlerarası Hak adlı kitabı, hukukun bu dalında Fakülte ve Yüksek Okullarımızın eğitimi bakımından başlayan bir devrimin öncüsü olarak selamlamıştık.
Bu özellikler, onun bir ülkü adamı olduğunu ve sosyal bilimlerde milli kalmak taraftarı bulunduğunu göstermektedir. Onun gücünü arttıran bir özelliği de kitleyi coşturup sürükleyecek ve inandıracak biçimde konuşabilmesiydi.
İşte, bütün bu özellikleriyle ve bunlara ek olarak Adalet Bakanlığı sırasında Devrimin Adalet örgütünü batılılaştırmakta gösterdiği kararlılık, dayanıklılık ve temizlikle Mahmut Esat Bozkurt, memleket gençliğinin, aydınlarının, hukukçularının yüreğinde her ölümlüye nasip olmayan bir yer almıştır.
Yarının hukukçularına, devlet hizmetinde onun çalıştığı gibi çalışmalarını, yani memurluğu ekmek parası kazanmak için bir araç saymayıp millete olan sonsuz şükran borcunu ödemek için, ele geçiş bir fırsat saymalarını ve millet çıkarını, sürekli her türlü kişisel endişenin üstüne tutmalarını tavsiye ederim.

Prof. Dr. Nihat Erim
Devletlerarası Hukuk Profesörü Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C.1, S.3, sahife 330-331

Önceki yazı
5 İkinci Teşrin (Kasım) ve Mahmut Esat Bozkurt
Sonraki yazı
Yargıtay Başkan Vekili’nin “Mahmut Esat Bozkurt” Fetvası
Menü