Eski Adalet Bakanlarından Mahmut Esat Bozkurt’un imzası ile yayınlanan “Anadolu” gazetesinde çıkmış “Yobazlar Elinde Din” başlıklı birkaç yazısını yayımlamayı, genç kuşaklar açısından yararlı gördüm.
İlk yazı 24 Şubat 1933’te çıkmış “Anadolu”da. Şöyle başlıyor:
“Şeriat isterük!” Günün birinde Patrona Halil adında biri ortaya çıkıyor. Muslu namında bir de arkadaşı var. <Lale devri küfürdür, yenilikler gavurluktur> diye bağırıyorlar. Safdil halk arkalarına takılıyor. Yeniçeriler kazan kaldırıyorlar. Kafile gittikçe büyüyor. Bütün İstanbul ayaklanıyor. Sadrazam Damat İbrahim Paşa ele geçiriliyor; paralanıyor. Daha bir alay insan öldürülüyor. Vur vurana, kap kapana… Irza, mala, cana taarruzlar tümen tümen… <Şeriat isterük!> naraları bütün faciaları, bu maskaralıkları örtbas etmek için elde bir kalkan! Vücuda getirilmiş yenilikler, yerlerin dibine sokuluyor. Çiğneniyor, yakılıyor, yıkılıyor. Birtakım cerrar(arsız) yobazlar, eşkiyanın arzusuna göre fetvalar veriyorlar. <Patrona Haliller> mesnetler, rütbeler elde ediyorlar. Hükümet ve idare, zorbaların elinde kalıyor. Yalnız bu kadar da değil, teceddüt(yenilik) fikirleri, kan ve ateş içinde yok ediliyor. Kapkara, cahilane efkar bir kere daha perçinlenmiş oluyor. Milletin mukadderatına o hakim kılınıyor. Zorbalar başı <Patrona>nın barsakları bostancı başının kılıç darbeleri altında ağzına verildiği ve dram sonuna erdiği gün ( 25.11. 1730) Türk milletinin yüz sen gerilediği görülüyor.
<Şeriat isterük!> Günün birinde <Kabakçı Mustafa> adında bir serseri <Bize Nizam-ı Cedit ne gerek? Biz destiye kurşun atar, keçeye kılıç çalarız!..> diye ayaklanıyor. Yeniçeriler buna uyuyorlar. <Nizam-ı Cedit gavur işidir! Biz şeriat isterük!> naralarıyla İstanbul sokaklarını çınlatmaya başlıyorlar. Safdil ahali de bunlara uyuyor. Bir velveledir kopuyor. Gene vur vurana, kap kapana, yağma, yangın, kıtal(savaş)… Bir rezalet, bir faciadır gidiyor. Kafalar
uçuruldukça, hazineler yağma edildikçe, ırza, cana, mala tasallut olundukça hep bir ağızdan <Şeriat İsterük! > naraları yükseliyor. Bu nara, soygunculukları yangınları, katilleri, yağmaları haklı göstermek için atılıyor! Eşkiyanın emrine amade birtakım yobaz, cahil softalar bu faciaları meşrulandırmak için boyuna fetva çıkarıyorlar! Eşkıyaları ve eşkıyalığı Kur’anla himayeye çalışıyorlar!
Zaman geliyor. Alemdar Mustafa Paşa’nın kumandasındaki ordu, İstanbul’a yanaşıyor. İleri kol kumandanlarından bir zat, Kabakçı’yı şafakla evinde bastırıyor. Kafasını koparıyor (25-29.5.1807) Baş eşkıyanın başı düşürüldüğü gün anlaşılıyor ki memleket yarım asır daha gerilemiş, bütün bir yabancı düşman dünya bizi süratle geçmekte bulunmuştur.
<Şeriat İsterük!> Günün birinde Türk vatanı baştan başa düşman istilasına düşüyor. Öz Türk Milleti, en büyük oğlunun Gazi Reisi’nin kumandası altında toplanıyor. Bütün bir düşman dünyasıyla eski tabiriyle <yedi düvel> ile muharebeye girişiyor. Bu sırada İstanbul’da < Dürrüzade> adında bir ahlaksız, <şeyhülislamlık> makamında bulunuyor. Hain Halife ve Sultan Vahidettin’in emriyle bir fetva veriyor. <Vatanı çiğneyen düşmana kurşun atanların katli lazımdır. Zira Yunanlılar, halifenin müttefikidir> diyor! Bu hain yobaz, Allah’ı Müslümanların celladı, dini de mezbahası olarak kullanmak istiyor! Ortalık birbirine giriyor. Memleketin dört bir ucu ateş kesiliyor. Türk Milleti, Türk vatanı kurtuluyor. Fakat anlaşılıyor ki düşmanın verdiği telefat kadar bir telefatı da bu fetva, kardeşler arasında verdirmiştir.”

Mustafa Ekmekçi – Ankara Notları
Cumhuriyet Gazetesi – 20 Şubat 1997 Perşembe

Menü