Sevgili yöneticiler, Sevgili Kuşadalılar.
Türk hukuk devriminden söz edildiği zaman, akla ilk gelen yasa Yurttaşlar Yasası’dır. 17 Şubat 1926 tarihinde TBMM’nce, alkışlar arasında oy birliği ile kabul edilen Türk Yurttaşlar Yasası niçin bir devrim yasasıdır?
Bilindiği gibi dünya yüzünde dört hukuk sistemi vardır: Anglosakson hukuk sistemi. Roma-Germen hukuk sistemi. Hiristiyan ve İslam hukuk sistemleri. Bunlardan ilk ikisi akla ve bilime dayanır, öteki ikisiyse dinsel kurallara.
Osmanlı döneminde ülkemizde uygulanan sistem islam hukuk sistemidir. 1926 yılında bu sitemden vazgeçilmiş ve Roma-Germen hukuk sistemine geçilmiştir. Bu suretle çağdaşlaşmanın özü yakalanmıştır. Kuşkusuz bu bir devrimdir.
Hep biliyoruz ki devrim, bir düşünüşte, bir sistemde ufak tefek değişiklikler yapmak değildir, bir düşünüşü, bir sistemi bırakıp başka bir sisteme, başka bir düşünüşe geçmektir. İşte Türk Yurttaşlar Yasası ile bu yapılmıştır.
Roma hukuku denilince aklımıza gelen kişi imparator Justinyanus’tur.
Justiyanus, o güne kadar bölük pörçük olan Roma hukukunu bilimsel bir kurul oluşturarak düzene sokmuş, bu suretle daha sonraki uygar dünyaya bir hukuk sistemi bağışlamıştır. Bu kurallar bütününe Codex Justinyanus adı verilmiştir.
Fransız Yurttaşlar Yasası denilince akla ilk gelen Napolyon Bonapart’tır. Napolyon da bir yarkurul oluşturarak, bir tasarı hazırlatmış, bu tasarıyı tüm ağırlığını kullanarak Meclis’ten geçirtmiş ve Fransa’ya bir yurttaşlar yasası kazandırmıştır. Code Civile adı verilen bu düzenlemeye kimi kişiler Code Napolyon demektedirler.
Türk Yurttaşlar Yasası denilince de sevgili arkadaşlarım, önce büyük devlet adamı M. Kemal Atatürk, sonra da onun Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt akla gelir. Mahmut Esat,bu konuda “İlhamını büyük devrimci” den aldığını söylemiştir. Büyük devrimci dediği Atatürk’tür.
Tüm kitapevlerini gözden geçiriniz, tüm kitaplıklara bakınız, en az beş anayasa ile karşılaşırsanız: 1876 1. Meşrutiyet Anayasası. 1908 2. Meşrutiyet Anayasası. 1924 Cumhuriyet Anayasası. 1960 Devriminden sonra çıkarılan 1961 Anayasası. 1980 darbesinden sonra gerçekleştirilen 1982 Anayasası. Ama tüm kitaplıklarda tek yurttaşlar yasası bulursunuz. Bu yasa laik niteliktedir. Çağdaşlık ve uygarlığı amaçlamıştır.
Yurdumuzda çağdaşlaşma Tanzimatla birlikte başlamıştır. 1839 Tanzimat Fermanı ile kişisel haklar benimsenmiş, Batı kurallarına geçiş dönemi başlamıştır. Eldeki yasaların toplumu yöneltmeye yetmediğini gören Tanzimatçılar, yeni yasalar yapmışlardır. Yeni okullar açmışlardır. Bu okullar arasında Mühendishane, Tıbbiye ve Mülkiye okullarını sayabiliriz. Ne var ki eski medreseler de yaşatılmıştır. Bu suretle “mektep-medrese” ikiliği doğmuştur. Eğitim, “İlmiye sınıfı”nın tekelindedir. Bu ikici görüş (dualizm), adalete de yansımıştır. Şeri’iye mahkemelerinin yanında Nizamiye mahkemeleri kurulmuştur. Şer’iye mahkemeleri dinin, Nizamiye mahkemeleri devletin mahkemeleridir. Aynı zamanda yeni yasaların şeriata uygun olması gerekmektedir. Şeriata uygun olmayan bir yasanın çıkarılması olanaksızdır. Şu halde devlet, siyaset ve eğitim teokrasinin egemenliği altındadır.
Kültür ve uygarlık sorunu da bu ikici görüş açısından ele alınmıştır. Tanzimatçılar, “kültür bizde var” demişlerdir, “kültürü dışardan alamayız.” Kültürden anladıkları, ahlak, hukuk, din ve dil gibi manevi değerlerdir. Uygarlığı ise “bilim ve teknoloji” biçiminde algılamışlardır. O halde uygarlık dışarıdan alınabilir, ama kültür alınamaz.
2. Meşrutiyet döneminde de bu ikici görüş benimsenmiştir. Ziya Gökalp, “maddi medeniyet – manevi medeniyet” diye ikiye ayırmıştır konuyu. Hars dediği kültür manevi, medeniyet dediği uygarlık ise maddi bir değerdir. “Kültür ulusal bir kavram, uygarlık uluslararası bir kavram”dır. Bu suretle Gökalp’de Tanzimatçılar gibi, kültürün dışarıdan alınamayacağı, uygarlığın alınabileceği sonucuna varmıştır.
1923 devrimcileri bu ikici görüşü aşmak için büyük çaba harcamışlardır. Örneğin yazı devrimi sırasında, yazının bir kültür sorunu mu, yoksa bir uygarlık sorunu mu olduğu tartışması çıkmıştır ortaya. O zamanın Türkçüleri, Arap yazısının kaldırılmasını istemelerine karşın, yazının bir kültür sorunu olduğunu savlayarak, Uygur ve Orhon yazısının kabulünde direnmişlerdir. Ne var ki Atatürk’e karşı “yazının bir kültür sorunu olduğunu kanıtlayamamışlardır.”
Hukuk alanında da aynı güçlükle karşılaşılmıştır. Cumhuriyetten sonra bir yurttaşlar yasası düşünülmüştür. Adalet Bakanı Seyyit Bey’in başkanlığında bir yarkurul , “hukuk bir kültür işidir” ilkesinden hareketle bir kısım Hanefi, Maliki ve Hambeli fıkıh kurallarının karışımı bir taslak hazırlamıştır.
Bu taslak, eski dinsel kökenli Mecelle’den de geridedir. Kadın-erkek eşitliğini benimsememiş, çok kadınla evlenmeyi olağan saymıştır. İki kadının tanıklığını bir erkeğin tanıklığına eşitlemiştir.
İşte o zaman Atatürk ve Türk devrimcileri, “Kültür ve uygarlık, kafalarımızda ayrılsa bile, değişmekte olan bir toplumun sorunlarında birbirinden ayrı, birbirine karşıt olamaz”, çünkü “böyle bir ayrım, toplumun değişmesini durdurur” demişler ve kültürle uygarlığı bağdaştırmaya çalışmışlardır. Atatürk, şöyle noktalamıştır sorunu: “Kültür dediğimiz zaman demiştir, bir insan topluluğunun devlet yaşamında, düşünsel ve ekonomik yaşamda yapabileceği şeylerin bileşkesini anlıyoruz ki, uygarlık da bundan başka bir şey değildir.”
Bu düşüncenin sonucunda İsviçre Yurttaşlar modeline dönülmüş, çağdaş ve uygar bir yasaya kavuşmuştur toplumumuz. Bu düşünce dizgesinden hukuk ve adalet birliği doğmuş, en önemlisi eğitim ve öğretim birliği gerçekleşmiştir.
Türk Yurttaşlar Yasası, M. Kemal Atatürk’le M. Esat Bozkurt’un çabaları sonucunda TBMM’nden geçirilerek yasalaşmıştır. Mahmut Esat, Atatürk’ün kadrosunda çalışan bir devrimcidir ve büyük bir hukukçudur. Bilindiği gibi doğum yeri Kuşadası’dır. Kuşadalılar, Mahmut Esat gibi bir değeri bağırlarından çıkardıkları için ne kadar onur ve kıvanç duysalar yeridir.
M. Esat, İstanbul Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra, İsviçre Friborg Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni tamamlar. Doktora tezi “Osmanlı kapitilasyonları” dır. Yıl 1918 dir. Bir yıl sonra ülke, düşman saldırısına uğraşmıştır. M. Esat vakit geçirmeden yurda döner. Kuşadasında 120 kişilik Kuvayı Milliye Birliği’nin başına geçer. Aydın ve çevresinde ulusal kuvvetleri örgütler. 1920’de İzmir Milletvekilidir. Bir yandan da “Hakimiyet Milliye” ve “Yenigün” gazetelerinde yazılar yazmaktadır. Kendisine Adalet Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı teklif edilmiştir. İkisini de kabul etmemiştir. Mustafa Kemal’e yazdığı özel bir mektupta “ülkedeki yasalarda ve adliyede radikal değişiklikler yapılması” gereğinden söz etmiş, “dönemin Bakanlar Kurulu ile bu işin gereçekleşemeyeceğini” vurgulayarak özür dilemiştir. “Milli Eğitim Bakanlığını kabul etmeyiş nedeni ise, ”Milli Eğitim işlerinin yabancısı olduğu bu bakanlığın bir uzman kişiye verilmesidir. Bunların dışında herhangi bir görevde çalışmaya hazır olduğunu” eklemiştir sözlerine.
1922-1924 yılları arasında İktisat Bakanı’dır. İzmir İktisat Kongresini gerçekleştirmiştir. 1924-1930 yıllarında Adalet Bakanı’dır. Türk Yurttaşlar Yasası’nın yanında Borçlar Yasası, Ticaret Yasası, Ceza Yasası, İcra İflas Yasası, Hukuk Mahkemeleri ve Ceza Mahkemeleri yasalarının çıkarılmasınnı sağlamıştır. Bozkurt-Lotus davasında Türk tezini savunmuş ve La Haye adalet Divanı’nda ülkesine uluslararası bir başarı kazandırmıştır. 1930’lu yıllardan sonra Ankara Hukuk Fakültesi’nde Devletler Hukuku Dersleri vermiş, Devrim Tarihi okutmuştur. Devrim Tarihi derslerinden “Atatürk İhtilali” adı bir yapıt çıkmıştır ortaya. Bu yapıtta şunları söylemektedir: “Nasıl ki bir devlet, kuvvetlilerin zayıfı ezmesi için ceza kanunu ile cezalandırmayı görev edinmişse, edinmek zorunda kalmışsa, ekonomik bakımdan da zayıfı sömüren kuvvetliyi önlemesi, haksızlığa, soyguna meydan vermemesi gereklidir.”
Mahmut Esat, Atatürk halkçılığını ve devletçiliğini başarıyla savunan bir kişidir. Ve o yıllarda şöyle konuşmaktadır: “Devletçi sistem komünizme şu yoldan üstündür. Komünizm gerçekleşmeyecek bir peşindedir. Devletçi sistemse, gerçekleşmesi her zaman mümkün ve verimli bir tez ardındadır.
Devletçi sistem, sosyal haksızlıkları, insanın insan tarafından sömürülmesini tam olarak ortadan kaldıracak mı? Hayır. Şu halde ne yapacak? Soygunculuğu en az duruma indirecektir.
Biz tarihle beraber, tarihin gerçekleriyle birlikte yürüyoruz. Biz gerçekçiyiz. Nereye kadar gideceğiz ve nerede duracağız? Tarih nerede durursa. Ama tarih durmayacaktır. Durmak ölmek demektir. Hayat ilerlemektir. Faşizm, hayatı geride arıyor, ölecektir. Komünizm, hayatı tarihin de ilerisinde arıyor, düşecektir. Hayatın gerisinde kalacaktır.“
“Dünya komünizme mi karar kılacak, yoksa faşizmde mi” diye soran Bozkurt, bu soruya şu yanıtı vermektedir: “Bana öyle geliyor ki Kemalizmde. Çünkü Kemalizm yirminci yüzyıldır.” Ve konuyu Atatürk devletçiliğine getirerek şöyle tamamlamaktadır sözlerini: “Atatürk devletçiliği, insanın insan tarafından sömürülmesini önleyecek bütün tedbirlerin devletçe alınmasından ibarettir.”
Çok iyi bilmektedir ki Kemalizm katı kurallar getirmemiştir. Devrimcilik ilkesi bunun belgesidir. Bu ilke sayesindedir ki Kemalizm, akla ve bilime dayandırılmıştır. Bilimsel gerçeğe bağlanmıştır. Bilindiği gibi bilim, değişken ve devingendir. Zamanla değişmektedir. 17. yüzyılın doğruları, 19. yüzyılda yanlış çıkmıştır. 19. yüzyılın yanlışlarını ise 20. yüzyıl doğrulamıştır. Bugünün doğruları da çok doğaldır ki ileride yanlış sayılabilir.
Tarih boyunca üç büyük değişim ve dönüşüm tanıyorum, bir de Atatürk dönüşümünü. Birincisi 1776 Amerikan, ikincisi 1789 Fransız, üçüncüsüdee 1917 Rus dönüşümleridir. Amerikan dönüşümü, cumhuriyetçilik ilkesini getirmiştir. Fransız dönüşümü cumhuriyetçiliğin yanında, laiklik ve halkçılık ilkesini kazandırmıştır dünyamıza. Rus dönüşümü kendine özgü bir sosyalizmi çıkarmıştır ortaya. Ama bunların hiç birinde devrimcilik bir ilke olarak ele alınmamıştır. Yalnız Atatürk değişimindedir ki devrimcilik bir ilke sayılmıştır. Bu nedenledir ki Kemalizm, eskimeyecek bir düşünce dizgesidir.
Bu nedenledir ki Kemalizm ilericilik demektir. Geçmişin bekçisi değil, geleceğin yol göstericisidir. Çağla birlikte ilerleyecek ve gelişecektir. Çünkü katı kural getirmemiştir. Çünkü devrimcilik ilkesi katı kural tanımaz. Faşizm, katı kurallar getirdiği için çökmüştür. Nasyonal sosyalizm, katı kurallar uyguladığı için dağılmıştır. Ama Kemalizm dim dik ayaktadır. Devrimcilik ilkesi sayesinde eskimeyecek olan bir düşünce dizgesidir. Bir gün Yakup Kadri Karaosmanoğlu, “bir doktrin kurmazmıyız” diye sormuşlar Mustafa Kemal’e, “Doktrin istemem” demiştir. Atatürk, “ sonra donar kalırız. Biz yürüyüş halindeyiz.”
M.Esat Bozkurt, Kemalizmin özgün savunucularından biridir. Atatürk’ün kadrosunda özel bir yeri vardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal, kültürel ve sosyal yapısı bu kadronun katkılarıyla belirlenmiş ve şekillenmiştir. Bu kadro, akla, bilime ve ulusal egemenliğe dayanarak “cumhuriyetçi, halkçı, ulusçu, devletçi, laik ve devrimci” ilkeler doğrultusunda çağdaş uygarlığı amaçlayan bir kadrodur. Bu kadro içinde Mahmut Esat’ın ülkemizin hukuk devrimine yönelişindeki çabaları unutulmayacak değerdedir.
Bilindiği gibi Atatürk devrimi laik bir devlet kurmuş, laik bir hukukun temellerini atmıştır. Ne var ki laik toplumu yaratamamıştır. Bu kolay bir iş değildir. Laik devleti kurmak ve işletmek için inanmış devlet adamlarının parlementodan bir yasa çıkarmaları yeterlidir. Ama laik toplumu yaratmak çok güçtür, çok zordur. Bunun için öncelikle toplumun eğitim ve kültür düzeyinin bir yerlere ulaşması gereklidir. Bu da zamana bağlıdır. Dünyanın en büyük kültür devrimcilerinden biri olan Atatürk’ün yaşam süresi buna izin vermemiştir. Daha sonraki devlet yöneticileri de akıl almaz bir aymazlık ve bağnazlıkla Atatürk ilkelerini uygulama alanından kaldımışlar, yapıtlarını teker teker yıkmışlardır.
Birer devrim kalesi olarak düşlediği Halkevleri ve Halkodaları 1950’lerde acımasızca kapatılmıştır. Bu suretle gençlik boşlukta bırakılmıştır. Köye ışık ve aydınlık götürecek olan Köy Enstitüleri korkusuzca yıkılmıştır. Bu suretle köylü boşlukta bırakılmıştır. Atatürk gibi bir devlet kurucusunun vasiyetnamesi 1980’li yıllarda bir yasa ile iptal edilerek Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu kapatılmıştır. Bu nedenlerle daha sonraki yıllarda, laik toplumu gerçekleştirmek bir yana, laik devlet ve laik hukuk bile tehlikelere atılmıştır. Türk insanı, devlet güçlerine karşı laikliği savunmak durumunda bırakılmıştır.
Önce laiklik örselenmiş, yıpratılmıştır. Milliyetçilik, mukaddesatçılığa dönüştürülmek istenmiştir. Halkçılık ve devletçilik bir yana atılmıştır. Devrimcilik, tutuculuğa hatta gericiliğe çekilmiştir. Devlet adamlarımız devrim sözünden korkmuşlardır. 1961 Anayasasına giren bu sözcük, 1982 Anayasası ile çıkarılmıştır. Oysa Atatürk 1936 yılında devrim sözccüğünü kullanan bir devlet adamıdır. Bakınız nasıl konuşmaktadır: “Uçurum kenarında yıkık bir ülke. Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar… Yıllarca süren savaş… Ondan sonra içerde ve dışarda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet. Ve bütün bunları başarmak için arasız devrimler.”
M. Esat Bozkurt, çağdaş yasaların yanında onları uyguulayacak genç bir hukukçu kuşağın yetiştirilmesi için bir okul açılmasına da öncülük etmiştir. Bu okul Ankara Hukuk Mektebi’dir. Bir süre önce Mustafa Kemal, “bir çok yasa tasarısı hazırlıyorsun. Onları uygulayacak yargıçların var mı?” diye sormuştur Mahmut Esat’a. “Onları da yetiştireceğim” yanıtını vermiştir Bozkurt. Ve bu sözünde durmuş, 1 Kasım 1925’de Ankara Hukuk Mektebi (fakültesi) açılmıştır. Açılış konuşmasını yapan Mustafa Kemal’dir. Ve bu konuşma bir başyapıt niteliğindedir. Eski ve köhnemiş bir hukukun ülkemizde ne gibi yıkımlara neden olduğunu da belirten konuşmasında Atatürk, “büsbütün yeni yasalar düzenleyerek eski hukuk ilkelerini temelinden yıkma girişimindeyiz” demekte ve genç hukukçulara şöyle seslenmektedir: “Cumhuriyetin yapıcısı ve kollayıcısı olacak bu büyük kuruluşun açılışında duyduğum mutluluğu hiç bir davranışımda duymadım. Bunu böylece belirtip açıklamaktan da ayrıca sevinçliyim.”
Sevgili arkadaşlarım.
Türk Yurttaşlar Yasası laik karakterli, çağdaş ve uygar bir yasadır. Yasanın gerekçesini yazan Mahmut Esat Bozkurt’tur. Atatürk’ün söylevini bir başyapıt saydığımız gibi, bu gerekçeyi de anıt-yazı olarak niteleyebiliriz. Atatürkçü Düşünce Derneği Kuşadası Şubesi gerekçeyi çoğaltarak hepimize verdi. Kendilerine teşekkürler sunuyoruz.
Bu nedenle gerekçeden bir iki paragraf okuyarak yetinmek istiyorum.
“Kanunları dine dayalı olan devletler, kısa bir zaman sonra ülkenin ve ulusun isteklerini karşılayamazlar. Çünkü dinler, değişmez hükümleri açıklar. Yaşam yürür, istekler hızla değişir. Değişmemek dinler için bir zorunluluktur. Bu nedenle dinlerin yalnız bir vicdan işi olarak kalması, çağımız uygarlığının esaslarından ve eski uygarlıkla yeni uygarlığın farklarından biridir…
Çağdaş devlet, dini dünyadan ayırmakla, insanlığı tarihin en kanlı girrişimlerinden kurtarmış, dine gerçek ve devamlı bir taht olan vicdanı ayırmıştır…
Yasalar dine dayalı oolursa, vicdan özgürlüğünü benimsemesi gereken devlette, çeşitli dinlere bağlı vatandaşlar için ayrı ayrı yasalar yapmak gerekir. Bu durum, çağdaş devlette esas olan politik, sosyal, ulusal birliğe tamamen karşıt olur.“
Bugün Türk Yurttaşlar Yasası 72. yılını doldurmuştur. Çağ değişmekte, düşünceler değişmektedir.. Yasaların ilerleyen topluma ayak uydurması çok doğaldır. Bu nedenle Yurttaşlar Yasası da değişecektir. Öncelikle dili eskimiştir. Bazı yargıları çağdaş normların dışında kalmıştır. Mecliste bir değişiklik tasaısı vardır. Yurttaşlar Yasası değiştirilecektir. Ne var ki bazı çevreler bir süre önce yasanın gerekçesini ortadan kaldırmak ve yasanın laik karakterini törpülemek için bir değişiklik düşünmüşlerdir. Bu çevreler laiklik ilkesinin Anayasadan büsbütün kaldırılmasını bile istemişlerdir. Bu konuda uyanık olmak gerektir.
Türk Yurttaşlar Yasası değişecektir. Değişecektir ama ileri doğrultuda, çağdaşlık doğrultusunda değişecektir. Yasanın içeriğinde ve gerekçesindeki laik ve çağdaş karakter hiç bir zaman değişmeyecektir. Türk hukukçusu, Türk aydını ve Türk ulusu böyle bir değişikliğe hiç bir zaman izin vermeyecektir. Sözlerime saygılarımla son veriyorum.
İskender Öztorunlı