Bir Anayasa Tartışması Bir Uygar Cesaret Örneği ve Atatürk’ün Tarihsel Hoşgörgüsü

Gazi Mustafa Kemal Paşa, 1924 Anayasa tasarısını Meclis’e getirirken, Türkiye Cumhurbaşkanı olarak Meclis’i kendi iradesiyle feshetmek ve yeni seçime götürmek yetkisini neden ötürü almak istiyordu?
O Mustafa Kemal ki, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı millet iradesinin simgesi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin desteğinde yürütmüş ve kazanmıştı. Halk iradesine bunca saygılı bir lider, nasıl olur da bu yüksek ve kutsal iradeyi bir yana atarak, tek başına bu yüce gücün üstüne çıkmak isterdi?
O Mustafa Kemal ki, milli egemenliğin ilk tanımı olan “Milletin azim ve kararı” deyimini ilk kez Samsun’a ayak bastıktan 1 ay sonra, 19 Haziran 1919’da Amasya’da dünyaya duyurmuş ve “Amasya Tamimi”ndeki:
“Milletin haklı davasını, bütün cihana ilan edecek, her türlü tesir(etki) ve murakabeden(denetimden) masun(uzak) bir milli heyet kurulmalıdır.” Kararıyla da Büyük Millet Meclisi’nin ilk müjdecisi olmuştu.
Cumhuriyet Hükümeti’nin 13 Eylül 1920’de TBMM’ye sunduğu programda ise “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” İlkesi yer alıyordu. Bu ilke Gazi’nin eliyle Türk demokrasi tarihinin önsözüne yazılmış bir anıt özdeyiş değil miydi?
Milli egemenliğe yürekten aşık Gazi Mustafa Kemal’in böylesi tartışılabilir bir yetkiyi, yeni anayasa metnine koydurabilmesi için elbette önemli bir neden olmalıydı.
YENİ ANAYASA VE İSTENEN YETKİ
Prof. Dr. Edwart C.Smith’in de dediği gibi; 1921 Anayasası’nın, barış döneminin gereksinmelerine cevap verebilecek yeni anayasa ile değiştirilmesi artık kaçınılmazdı. Bu anayasa aynı zamanda, yeni Devlet’in temel prensiplerinin ve felsefesinin tartışılmasına imkan verecekti. (1)
1924 Anayasası, 1923’te seçilip gelmiş yeni bir Meclis’in eseri olmuştur. 9 Mart 1924 günü başlayan Anayasa görüşmelerinde, denebilir ki, en çok tartışılan kavram “ Milli Egemenlik” kavramıdır. Bu durum kuşkusuz Ulusal kurtuluşu yaratan hareketin, bir “Halk Hareketi” oluşundan, gücünü ve anlamını doğrudan doğruya milletten almış olmasından ileri geliyordu.
Yoksul Anadolu halkının ölerek yarattığı genç Devletin temelinde, elbette halkın özlemleri, hakları ve iradesi var olacaktı.
TARTIŞILAN MADDE VE GEREKÇESİ
Anayasa Komisyonunun Genel Kurula getirdiği 1924 Anayasası önerisinin ünlü 25. Maddesinde, “Tecdid-i İntihabat”( seçimlerin yenilenmesi) başlığı altında aynen şu hüküm yer almaktadır:
“Madde 25- Meclis kendiliğinden intihabatın tecdidine karar verebileceği gibi, reisicumhur da hükümetin mütealasını(görüşünü) aldıktan sonra, esbabı mucibesini(gerekçesini) Meclise ve Millete bildirmek şartıyla buna karar verebilir.”
Maddenin gerekçesi ise yine aynı komisyonun 9 Mart 1924 tarihini taşıyan “ Mazbatası ve teklifi kanunisi”nde,(kanun teklifi) şöyle açıklanıyordu:
“Seçimin yenilenmesine karar vermek, elbette yüksek kurulunuzun hakkıdır. Millet temsilcileri bazen, seçmenlerinden aldıkları yetkiyi yenilemeyi gerektirecek kadar yorulurlar. Çalışmalarındaki uyum bozulur. Yeni yetkiler almaları gerekir. Hükümet iş görecek bir çoğunluğa dayanmayabilir. İşte bu durumda, yeni bir seçim ihtiyacı belirir. Bu ihtiyacı, Meclisin hakemliğine başvurduğu Cumhurbaşkanı, büyük bir isabetle takdir edecek mevkidedir.”(2)
Görüldüğü üzere, gerekçe yeterince inandırıcı olmadığı gibi, yeterince kapsamlı da yazılmamıştır. Madde metnindeki “Hükümet görüşünün alınması gerekeceği” hükmüne, gerekçede yer verilmemiş olmasını anlamak güçtür.
Madde ile Cumhurbaşkanına verilmek istenen yetkinin önemi, görüşmeler sırasında kendisini gösterir. Tasarının en önemli maddesi, adeta 25. Madde olmuştur ve sanki bütün milletvekilleri, özellikle bu madde için hazırlanmışlardır. Komisyon ise, maddenin gerektiği gibi hazırlanmadığının son anda farkında olmuştur. Gerçekten görüşmelerin hemen başlangıcında söz alan Anayasa Komisyonu Başkanı Yunus Nadi Bey (Menteşe) şu açıklamasıyla maddenin komisyona geri verilmesini istemiştir:
“Efendim, söz alan arkadaşların sayısından da anlaşılacağı üzere, bu maddeye fazla önem verildiği anlaşılmaktadır. Komisyon da bu maddeye çok önem vermiş ve uğraşmıştır. Bununla birlikte, komisyon yeniden incelemek ve düzenlemeye ilişkin bazı değişiklikler yapmak üzere, maddenin komisyona geri verilmesini istiyor.(Hayır, hayır… Söz istiyoruz” sesleri.) (3)
MADDE ÜZERİNDEKİ TARTIŞMA
Meclis başkanı Fethi Bey’in(Okyar) başkanlığındaki tarihsel oturumda, usul hakkındaki ilk sözü Ahmet Süreyya Bey (Karesi) almıştır. Ahmet Süreyya Bey’le (Örgeevren) Recep Bey (Peker) arasında başlayıp Musa Kazım Efendi (Konya), Vehbi Bey (Karesi), Reşat Bey (Saruhan) arasında süren ve bir ara başbakan İsmet Paşa ile Reşat Bey (Saruhan) arasında, sert bir tartışmaya dönüşen usul görüşmelerinden sonra esasa geçilmiş, oylama sonucunda 25. Maddenin, Anayasa metninden çıkarılmasına karar verilmiştir. Böylece 26. Madde, 25. Maddenin yerini almıştır.
Bu tarihsel görüşmelerde, Ragıp Bey (Kütahya) maddenin lehinde, İhsan Bey (Cebelibereket) maddenin üzerinde, Ahmet Süreyya Bey (Karesi) maddenin aleyhinde konuşmuşlardır.
25. madde üzerindeki görüşmelerde- başlangıçta da değindiğimiz gibi- genç Cumhuriyetin temel ilkeleriyle birlikte Türk toplumunun haklarının ve özlemlerinin ilginç yorumları yapılmış, bütün bunlar, yalnızca 1924 Anayasası’nın değil, bir anlamda, 1961 ve 1982 Anayasaları’nın da gerekçeleri olarak tarihe mal olmuştur.
Bu kısa incelememizde, Meclis’in “Ulusal Egemenlik” konusundaki derin duyarlılığını yansıtan ve tarihe mal olan görüşmelerden iki özeti sunmakta yetineceğiz.
“Ahmet Süreyya Bey (Karesi)Padişah, istediği zaman meclisi feshetmek yetkisini elinde tutuyordu. İşte bu, milletin egemenliği değil, padişahın saltanatı idi. Evet, onun adı ister padişah, ister tacidar, her ne olursa olsun; mademki meclisi dağıtmak yetkisini elinde tutacaktır; o, padişahın yasa gücüyle elinde tuttuğu kuvvetin aynı olamaz ve o,millet egemenliği adına sayılamaz. Efendiler, hepinizce bilinmektedir ki, ulusun egemenliği ve özellikle onun tek ve gerçek temsilcisi Büyük Millet Meclisi’nin egemenlik hakları, hiçbir zaman ortaklık ve bölünme kabul etmez ve devredilmez.”
“İhsan Bey (Cebelibereket) Efendiler, ben, Cumhurbaşkanının hükümetle birleşerek, yüksek kurulunuzu feshetmesinden ya da dağıtıp seçimi yenilemesinden korkmam ben. Bu yetkinin yalnızca kendisinde bulunmasından ötürü, Meclis’in yasama görevini gerektiği gibi yerine getirememesinden korkarım.(Bravo sesleri)
Hükümet, ülkeyi ilerletmek, yüceltmek ve yönetmek için, elindeki programı üzere dayanacağı bir çoğunluk bulamaz. Meclis içinde de karışıklık egemen olabilir. Bu hayatı biz yaşadık. Ülkeyi nasıl yöneteceksiniz? Memleketi anarşiden nasıl kurtaracaksınız? Bu durumda ülkenin çıkarı, seçimlerin yenilenmesindedir.”
Bu tarihsel oturumun tutanakları incelendiğinde, görülecektir ki bir anlamda, Büyük Kurtarıcı Gazi’nin, şahsına verilecek bir yetki üzerinde, gerçekten çetin ve inatçı bir duyarlılıkla savaşım veren II. Dönem milletvekilleri, hem uygar cesaretin hem de geniş siyaset kültürünün ve tartışma seviyesinin seçkin örneklerini sergilemiş, tarihe mal etmişlerdir.
Düşünceye ve inanca saygının da az rastlanır bir örneği olan bu soylu demokrasi yarışından etkilenmemek; şimdi hepsi de ölmezliğe göçmüş olan bu değerli siyaset adamlarımızla övünç duymamak mümkün değildir.
GENÇ MİLLETVEKİLLERİNİN DİRENİŞİ
Bir yandan, bu ünlü 25. Madde üzerinde Meclis’te kopacak fırtınanın işaretleri belirirken; öte yandan Gazi, Çankaya’da güvendiği arkadaşlarına maddenin gerekçelerini anlatıp tartışarak, gerektiğinde Meclis’i fesih yetkisinde ısrar ediyordu. Ancak, çevresindeki heyecanlı ve uygar cesaret sahibi bir grup genç “mebus” ise O’na istediği bu yetkiyi vermemekte
direniyorlardı. Direnenler, Gazi’ye güvensizliklerinden değil, üzerine titredikleri “ulusal egemenlik” ilkesinin yara alacağından korkuyorlardı.
Tartışmalar, Atatürk’ün sofrasında geceler boyu sürmüştür. Bu olayın öyküsünü, onu bizzat yaşamış, bir tarihsel kişiden, rahmeti Cemal Hüsnü Taray’dan dinlemiş, 1968’de Akşam gazetesinde kısaca yazmıştık. (4)
Rahmetli Taray, Atatürk’e gönülden bağlı, ama bu konuda ödün vermeyen ve sonuna dek direnen genç milletvekili grubundan idi. Anlattığına göre, Gazi Mustafa Kemal, cumhuriyete karşı bazı güçlerin temsilcilerinin, Meclis’e sızmasından endişe ediyor, gerektiğinde bu yetkiyi kullanarak, önlem almak istiyordu.
Bu genç kadro, ateşli bir Kemalist olan rahmetli hocamız Prof. Dr. Mahmut Esat Bozkurt’u sözcü seçerek, her defasında yeni gerekçelerle Gazi’nin karşısına çıkmıştır. Ancak Gazi’yi kararından vazgeçirmek mümkün olamamıştır. (5)
Nihayet “son raund” denilebilecek bir gecenin ilerlemiş saatinde, arkadaşlarıyla birlikte Atatürk’ü ziyaret eden Bozkurt, sofrada gerekçeyi heyecanlı ve sert bir dille şöyle açıklamıştır:
“- Paşam, Türk İhtilali, Türk halkının, yoksul Türk köylüsünün kanı üstüne kurulmuştur. Öyleyse Cumhuriyetin temelinde, bu halkın kanıyla birlikte hakları ve egemenliği de vardır. Bu egemenlik yalnızca millete aittir. Hiç kimseye verilemez ve devrolunamaz! Aksi halde Cumhuriyet kendi varlığını, kendi felsefesini inkar etmiş olur!”
Sözlerinin bu noktasında Bozkurt, yumruğunu masaya vurarak:
“- Eğer, der Cumhurbaşkanına Meclisi feshetmek yetkisini verirsek, sizin Abdülhamit’le ne farkınız kalır?”
Sofrada bir an ölüm sessizliği egemen olmuştur. Oradakiler, Mahmut Esat Bozkurt’un bu sözlerine, Mustafa Kemal Paşa’nın sert tepki göstereceğini
düşünerek, üzücü bir olaydan endişe ederler. Ama sonuç, hiç de beklendiği gibi olmamıştır.
Bunca direnişten sonra, Gazi’nin Bozkurt’a cevabı kısa ve anlamlıdır:
“- Haklısın çocuk! Türk Milleti’nin hakları ve hürriyetleri elinden alınamaz. Teklifimden vazgeçiyorum.”
Böylece Atatürk, yüksek bir hoşgörünün en güzel örneğini veriyor, ulusal egemenlik ilkesine bir kez daha sahip çıkıyordu.
ATATÜRK NEDEN DİRENMİŞTİ?
Cumhuriyete karşı güçlerin Meclis’e sızmaları endişesinin, Atatürk’ün direnişinin başlıca nedeni olduğundan kuşku duymamak gerekir.
O yalnız rejime, yani Cumhuriyete karşı olanları değil, yapmayı kararlaştırdığı devrimlere de karşı çıkacakları düşünerek bu yetkiyi almak istemişti.
Örneğin bir Nurettin Paşa olayı üzerinde, dikkatle durmuş, bunu Söylev’de oldukça etraflı biçimde açıklamıştır.
Atatürk, 1923 seçimleriyle birlikte, endişelerini de Söylev’de şöyle dile getiriyor:
“Delegelerimiz, Lausanne’de (Lozan) barış yapmaya çalışırken, ben de yeni seçimlerle meşgul oluyordum. Adayları ben saptıyordum ve zamanında partimiz adına ilan edecektim. Bu tarzı gerekli görmüştüm. Çünkü seçimlerde milleti aldatarak, türlü emellerle mebus olmaya çalışacakların, çok olduğunu biliyordum. Gerçekten bazı seçim bölgelerinde, bağımsız seçilmek isteyenler başarı kazanamadılar. Bu arada o zaman henüz 1. Ordunun komutanı bulunan Nurettin Paşa da mebus olmak girişiminde bulunmuştu. Mümkün olmadı. Daha sonra bu arzusunu bir ara seçiminde Bursa’dan gerçekleştirdi. (6)
Gerçekten Nurettin Paşa’nın 17 Kasım 1924’te, Bursa’da yapılan ara seçimlerinde milletvekili seçilmesi, şapka yasasına karşı çıkması, arkasından “Takrir-i Sükun” yasasının çıkmasını gerektiren üzücü olaylar ve İstiklal Mahkemeleri’nin kurulması, Gazi’yi endişelerinde haklı çıkarmıştır.
Atatürk, Nurettin Paşa’yı Cumhuriyet’e ve Devrimlere karşı düşüncenin de bir simgesi olarak görmüş, onun kişiliğinde bütün benzerlerini de sergilemek istemiştir.
Söylevin bir yerinde “Yenilgiyi zafer yapmak gibi bir harika gösteren adam”(7) diye nitelendirdiği Nurettin Paşa’nın tablosunu Gazi, şöyle tamamlıyor:
“Bütün yasama süresince hiçbir zaman kürsüye çıkmamış, Meclis’te ulus ve cumhuriyet yararını savunmak için bir tek kelime söylememiş olan Bursa Milletvekili Nurettin Paşa, yalnızca şapka giyilmesine karşı uzun bir önerge vermiş ve bunu savunmak için kürsüye çıkmıştır.”(8)
CUMHURİYETİ KORUMANIN SORUMLULUĞU
Elbette ki önemli olan Nurettin Paşa ya da başkaları değil, Büyük Kurtarıcı’nın eserini korumakta gösterdiği duyarlık ve bu uğurda verdiği kavgadır.
Cumhuriyet’i yalnız kurmanın değil, yaşatmanın da sorumluluğunu yüklenmiş bir liderin, Devletin ve rejimin selameti için, bazı korkutucu yetkiler istemesini, özellikle bir kargaşa döneminde çok görmemek gerekir.
Seçilen milletvekillerinin adları, bizzat kendisi tarafından saptandığı halde, Atatürk’ün 1923 seçimleriyle oluşan Meclis üzerindeki endişeleri, ilginç ve incelenmeye değer niteliktedir. Gerçekten kendisine karşı ciddi bir muhalefet ve meclisteki bölünmeler bu dönemde başlamıştır. Gazi 25. Madde ile almak istediği yetkiyi, bu dönem için kullanmayı düşünmüş olabilir. Nitekim Söylev’de II.Döneme ait duyarlılığını şu sözlerle açıklamıştır:
“Efendiler, tek başlarına hareketle başarı kazanamayacaklarını anlayan bazı kimseler; türlü ikiyüzlülüklerle içimize girmek yolunu bulabilmişlerdir. Bunların içyüzleri, II. Meclis’in toplanıp göreve başlamasından sonra görülecektir.”(9)
Atatürk’ün konu üzerindeki bu denli ısrar ve duyarlılığına karşın; rejimin korunmasında ve tarih karşısında üstlendiği sorumluluğun, ne olduğunu iyi bilen, üstelik O’na gönülden bağlı milletvekillerinin; “Ulusal Egemenlik” İlkesini her şeyin üstünde tutup sonuna dek savunmaları; hiç kuşkusuz, siyasal tarihimizin ilginç ve övünülecek bir sayfasını oluşturmaktadır.
BİR UYGAR CESARET ÖRNEĞİ HOŞGÖRÜ VE KİN TUTMAYAN YÜREK
Bu ilginç tarihsel olayda, genç milletvekillerinin Atatürk’e direnişi, siyasal hayatımızda çok az rastlanılan uygar bir cesaret örneğidir.
Öte yandan Atatürk, kararlı olduğu bir konuda, önerisini hoşgörü ile geri almış, haklı bulduğu fikre teslim olmuştur. Kuşkusuz bu davranış her insan için özellikle bir lider için üstün bir niteliktir. Bazıları bunu yenilgi sayarak, davayı kaybetmiş olmanın ezikliğini öç almakla dengelemek isterler. Bu küçük insanların yöntemidir.
Atatürk, bu olayda da geniş bir hoşgörüyle yüceliğini bir kez daha kanıtladığı gibi;25. Madde karşısında direnmiş olan arkadaşlarına kin tutmak şöyle dursun, onları zaman içinde ödüllendirmiştir.
Örneğin, Gazi’nin karşısında bu konuda fikir savaşımı vermiş olanlardan Mahmut Esat Bozkurt Adalet Bakanı, Cemal Hüsnü Taray ise Milli Eğitim Bakanı olmuşlardır.
Meclis Genel Kurulunda, 25. Maddeye karşı en etkili konuşmaları yapan Ahmet Süreyya Bey (Karesi-Balıkesir Milletvekili Ahmet Süreyya Örgeevren) Atatürk döneminde sürekli milletvekili seçilmiş, bu görevi 1950’ye kadar devam etmiştir.
Atatürk, haklı düşünceye saygıyla eşdeğer olan hoşgörüsü, kin tutmayan yüreği, arkadaşlarına olan engin sevgisi ve vefa duygusuyla, eşsiz boyutlarda sevilen bir liderdi. Bu sevgiden kaynaklanan sağlam desteklerle mucizeler yarattı.
O’nun kadar sevilebilmek için, O’nun kadar sevebilmek gerekir.

Şinasi Özdenoğlu – Eski Parlamenter- Kurucu Meclis Üyesi
Atatürkçü Düşünce Dergisi Ekim 1997, Sayı 42 S. 16,17,18
Editörün Notu: Yazıda sözü edilen Süreyya Örgeevren(Balıkesir Milletvekili) Biz Kuşadalılar açısından da önemli bir kişiliktir. 7Eylül 1922’de Kuşadası’nın kurtuluşunda görev alan ve Kuşadası’na ilk giren Türk Birliklerinin komutanıdır.

Dipnotlar:

1- 1924 Anayasası Hakkındaki Meclis Görüşmeleri, Dr. A. Şeref Gözübüyük-Zekai Sezgin, Ankara Ünv.Siyasal Bilgiler Fak.Yayınları. s:xv
2- 25. Madde gerekçesi/ aynı eser, sayfa 4
3- Aynı eser s: 179
4- Cemal Hüsnü Taray: Türk Devrimi’nin yetiştirdiği seçkin bir diplomat ve Devlet adamı idi. Gümüşhane’nin Çamlıca Mahallesinden olup, İstanbul’da ve Avrupa’da öğrenim görmüştü. II. Ve III. Dönem TBMM’de Gümüşhane Milletvekili olarak görev yapmış, bir süre Milli Eğitim Bakanlığı görevinde bulunmuştur. Daha sonraki yıllarda, Roma, Bern ve Tahran Büyükelçisi olarak hizmet etmiştir. Ölümünden önce gazetelerde, “Demokrasi” ve “Kemalizm” konularında yayınladığı yazılar büyük ilgi toplamıştır. Rahmetli Taray’dan dinleyip aktardığımız bu ilginç anıya; Akşam Gazetesinin 10 Kasım 1968 günlü sayısında yayınlanan “ Mustafa Kemal Gerçeği” başlıklı yazımızda da kısaca değinmiştik
5-Mahmut Esat Bozkurt: Kemalist kadro içinde renkli ve heyecanlı kişiliğiyle tanınmıştır. 1892’de Kuşadası’nda doğmuş, İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra Freibourg’ta Hukuk Doktoru olmuştur. Milli Kurtuluş Savaşı’nda yurda dönerek silaha sarılmış, “Hakimiyet-i Milliye” gazetesinde ateşli yazılar yazmıştır. 1. TBMM’de İzmir mebusu olarak seçilmiş, 1924’te Adalet Bakanı olmuştur. Lahey Adalet Yüksek Divanı’nda Bozkurt- Lotüs Davası’nın galip ve başarılı savunucusu olarak ün yapmıştır. Ankara Hukuk ve Siyasal Bilgiler Fakülteleri’nde, Anayasa Hukuk Profesörü olarak yıllarca hizmet etmiş, İstanbul Üniversitesi’nde “İnkılap Tarihi” dersleri vermiştir. Prof. Bozkurt, Atatürk’ü anlatırken heyecanını yenemeyerek ağlar,Ulusal Kurtuluş Tarihi ve Kemalist Devlet Felsefesi üstüne çok ilgin yorumlar yapardı.
6- Nutuk II, Kültür Bakanlığı Yayınları, s. 340-341
7- Nutuk II, Kültür Bakanlığı Yayınları, s. 355
8- Sadun Tanju, Atatürk’ün yanındakiler ve Karşısındakiler, Hür Yayın-İstanbul,1980, s.47
9-Nutuk II, Kültür Bakanlığı Yayınları, s. 364

Not: İleri demokraside tek adam diktatoryasını sürdüren yöneticilere ve parmak makinesi durumuna gelen milletvekillerine saygı ile sunulur…

Önceki yazı
Yargıtay Başkan Vekili’nin “Mahmut Esat Bozkurt” Fetvası
Sonraki yazı
Mahmut Esat Kim? Osman Şirin Kim?
Menü