Milli mücadele ve Cumhuriyet genç bir kadronun eseridir. Bu genç kadro içinde Mahmut Esat Bozkurt önemli bir yer tutmaktadır. Milli mücadeleye katılan gençlere, yaşlarının çok üstünde bir görev ve sorumluluk yüklemek, Atatürk’ün yüksek dehasının ve sezgisinin bir sonucudur. Sözgelimi bu gençlerden biri olan Mustafa Necati, imar ve esan, adliye, milli eğitim bakanlıkları görevini yapmıştı. Aramızdan ayrıldığı zaman henüz 35 yaşını doldurmamıştı. Mahmut Esat, iktisat vekilliği görevine getirildiği zaman otuz yaşında bile değildi. Bu gençler, omuzlarına yüklenen ağır sorumluluk yükü altında, insanı şaşırtacak kadar olgunlaşmışlar, sözün tam anlamıyla bir devlet adamı kimliği kazanmışlardı. Olaylara bakışları, sorunları çözme becerileri, dünyaya açık tutumları, onların ne kadar geniş bir görüşe ve ne kadar derin bir birikime sahip olduklarını açıkça ortaya koymaktadır. İşte bu gençlerden biri olan Mahmut Esat’ı önce Kurtuluş Savaşı’nın bir neferi, bir Kuvayı Milliyecisi olarak görüyoruz. Çok geçmeden.
T.B.M.M’de İzmir milletvekili, İzmir iktisat Kongresini düzenleyen bir İktisat vekili olarak tanıyoruz. Medeni kanunun mimarı, Bozkurt-Lotus davasının büyük savunucusu olarak karşımıza çıkıyor. Ankara Hukuk Mektebinin açılışında önemli bir rol oynayan Mahmut Esat, gerek burada, gerek Siyasal Bilgiler Okulunda ve İstanbul Üniversitesi’nde verdiği dersleriyle binlerce gencin yetişmesine katkıda ulunan bir bilim adamı olarak Cumhuriyet tarihinde seçkin bir yer tutmaktadır. Bütün bunların ötesinde Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk ihtilali dediği büyük olayı araştırmak, yorumlamak ve çağdaş bilimin verileri ışığınca değerlendirmek gibi çok önemli bir görev de üstlenmiş bulunmaktadır. Türk devriminin bilimsel bir temele oturtularak açıklanmasında, savunulmasında Mahmut Esat çok büyük bir görevi yerine getirmiştir. Aynı zamanda binlerce Türk genci, Türk devriminin oluşumunu, anlamını ve içeriğini onun ağzından dinlemek olanağını bulmuştur.
Şimdi dilerseniz Mahmut Esat’ı, gençliğinden başlamak üzere biraz daha yakından tanımaya çalışalım. Mahmut Esat 1892’de Kuşadası’nda doğdu. Çocukluğu Selçuk yolu üzerindeki Arvalya çiftliğinde geçer. İzmir idadisinin başarılı öğrencileri arasında yer alır. İstanbul Hukuk Mektebinin en geç fakat en parlak bir öğrencisi olarak sivrilir. Onun bu okuldaki hocaları arasında Cemil Bilsel adını özellikle anmak gerekir.
Daha Hukuk Fakültesinin birinci sınıfında bulunduğu sıralarda biz onun yazılarına İzmir gazetelerinde rastlıyoruz. İttihat ve Köylü gazetelerinde Kuşadalı Mahmut Esat imzasıyla yazdığı yazıların bazıları bu gazetelerin sararmış, tozlu sayfaları arasında bugüne kadar gelmiştir. Dönemine göre oldukça yalın bir dille yazılan bu yazılar, onun yurt sevgisinin, insan sevgisinin yazılı tanıklarıdır. Yine bu yazılar, daha gençliğinin ilk günlerini yaşayan bir Mahmut Esat’ın, ulusal sorunlar konusundaki duyarlılığını açıkça ortaya koymaktadır. İzninizle onun bu gençlik yazılarından bir iki örnek vermek istiyorum. 31 Mart gerici ayaklanmasına karşı duyduğu tepkileri bir yazısında dile getirmekten geri kalmadı. Gericiliğe, kendisinin sonradan çok kullandığı bir deyimle kaytaklığa karşı ilk tepkilerini dile getiren bu yazısında ileri sürdüğü bu görüşleri büyük bir tutarlılıkla bütün yaşamı boyunca savunmuştur. 23 Nisan 1909 tarihini taşıyan bir yazısında ittihadın lüzumu üzerinde durmaktadır. Yazının daha ilk cümlesinde Hakimiyetimilliyeden söz etmesi ayrıca üzerinde durulması gereken bir konudur. Mahmut Esat, burada mukaddes hürriyetimizin nasıl kazanıldığını açıklamakta ve Yıldız güruhunun Fransa derebeylerinin yaptıkları gibi din elden gidiyor riyakarlığı ile kutsal vatanımızı karma karışık ettiği vurgulanmaktadır. Bunu izleyen bir başka yazısında adamakıllı bir milli tarihe malik olmadığımız üzerinde durmaktadır. Milli bir tarih görüşüne ulaşmamızın yararları üzerinde duran Mahmut Esat, sözlerini şöyle sürdürüyor: Çünkü tarih geçmişin aynasıdır. Geçmişte vuku bulmuş ibrete değer olayları gelecekte yansıtır. Bu bakımdan tarih geleceğin rehberidir. Gidilecek yolu o gösterir.
Mahmut Esat, yine İzmir’in II.Meşrutiyet döneminde etkin gazetelerinden biri olan Köylü’deki yazılarında Köylü emmileriyle dertleşir.
İşçinin, köylünün dertlerini, sorunlarını işşler, dile getirir, çareler arar. Ormanlarımızın, “Katı yürekli düşüncesiz adamların acımak bilmeyen elleriyle kesilme”sinden yakınır. Bunun doğuracağı olumsuz sonuçlar üzerinde durur. Köylerimizin yollardan yoksun bulunmasının köy ekonomisini nasıl olumsuz yönde etkilediğine parmak basar:
“Köylü güzel, suyu güzel, ağaçları yetişmiş ormanlar dernekte söyleşe söyleşe düzenine konmuş ama gelen giden olmadığı için köylü kızanları yumurtalarını, kuzularını, sütlerini satamıyorlar. Haftalık harçlık çıkaramıyorlar. Çünkü yolları yok…”
Bu örnekleri istediğimiz kadar çoğaltabiliriz. “Çiftlik Mektupları” başlığı altında yayınlanan dizi yazıları Anadolu köylüsünün, çiftçisinin içinde bulunduğu koşulları tanımamıza çok önemli katkıda bulunmaktadır. Bilinildiği gibi basınımızın daha doğrusu İstanbul basının köyle ilgilenmesi İkinci Meşrutiyet döneminde Tanin Gazetesi’nin Ahmet Şerif’i Anadolu’ya göndermesiyle başlar. Oysa Mahmut Esat aynı tarihlerde, Anadolu’nun bağrından çıkmış, köy ve köylüyü yakından tanımış, hatta onlardan biri olarak İzmir gazetelerinde sesini duyuruyordu.
Mahmut Esat Kurtuluş Savaşı’nda, Türk devriminin başarıya ulaşmasında köylümüzün işçimizin kısacası bütün hakmızın büyük katkısına yakından tanık olmuş ve insanımıza duyduğu güven daha da artmıştır. 1939 yılında İzmir’de verdiği bir konferansta bu konuda şunları söylemektedir:
“Türk ihtilali en büyük payını Türk köylüsüne borçludur… Eğer Türk köylü ve işçilerinin kanı ve canı ve emeği bu memleketi kurtarmasaydı; memleketimizi on yılda bin yıl ileri götüren bir ihtilal muvaffak olabilir miydi? Ve sonra Türk köylüsü ve şiçisi bu ihtilali beklemeseydi, ihtilal bugünkü verimlerini verebilir miydi?
Veremezdi irticanın elinde kurur giderdi“
Genç yaşta yazarlığa başlayan Mahmut Esat kendisine özgü bir üslup geliştirmiştir. Dilinin yalınlığı, canlılığı, anlatımının çekiciliği çoğu kez yazılarına tam bir serbest nazım niteliği kazandırmıştır. Üslubu coşku doludur. Yazılarının içeriği kadar üslubu da ihtilalci bir karakter taşır. Kimi cümleleri mısra gibi dizilir. Çoğu kez hayranı olduğu Nazım Hikmet’in şiirindeki üslubu Mahmut Esat düz yazılarında yakalar. Örnek:
Tarih nerede durursa!
Fakat tarih durmayacaktır.
Durmak, ölmek demektir!
Hayat ilerlemede, ileridedir.
Faşistlik hayatı gerilerde arıyor..
Ölecektir!…
Mahmut Esat, hukuk mektebini bitirdikten sonra dayısı Ubeydullah Efendinin desteğiyle İsviçre’ye gider. Mahmut Esat Fribourg Üniversitesi’nde ikinci kez lisans düzeyinde hukuk öğrenimi görür; sonra doktora tezini hazırlamaya başlar. Mahmut Esat, tez konusu olarak “Osmanlı Kapitülasyonlar Rejimi”ne seçmiştir. Niçin? Çünkü bu konu o tarihlerde oldukça günceldi. Osmanlı İmp. Birinci Dünya savaşının patlak verdiği günlerde Kapitülasyonları tek yanlı olarak kaldırmıştı.
Osmanlı imparatormluğunun bu kararı başta Almanya olmak üzere bütün Batılı devletlerin büyük tepkisine yol açmıştı. Mahmut Esat bu bağlamda şu tezi savunmuştu: “Osmanlı İmparatorluğunun omuzlarına yükletilmiş olan kapitülasyonların tek taraflı olarak kaldırılması hukuka aykırı değildir. Başka bir deyimle kapitülasyonlar, taraflardan birinin hayati çıkarlarına aykırı düşer yada tabi olduğu koşullar değişirse tek taraflı olarak kaldırılabilir“ İşte bu tez, Fribourg üniversitesinde 1919 yılında Cum lauda yeni takdir derecesiyle kabul edilmiş, böylece kapitülasyonlar konusunda Türkiye’nin haklılığı bilimsel olarak bir Avrupa Üniversitesi’nde kanıtlanmış oluyordu. Onun bu tezi Lozan’a giden yolda bir kilometre taşıdır. Bilindiği gibi Türkiye’yi Lozan’da uğraştıran en dikenli sorunların başında kapitülasyonlar geliyordu. Kapitülasyonların onur kırıcı uygulamalarına tanık olan yeni Türkiye’nin kurucuları bu konuda en ufak bir ödüne yanaşmadı ve sonunda kapitülasyonlar kaldırıldı.
Mahmut Esat, İzmir’in işgali üzerine milli mücadeleye katılmak üzere bazı arkadaşlarıyla yurda döndü. Silahlanarak dağdaki efelerle birlikte düşmana karşı savaş verdi. TBMM’ne İzmir Milletvekili olarak girdi. TBMM adına Londra Konferansı’na katıldı. Kısa bir süre İstiklal mahkemeleri üyeliğinde bulundu. İktisat vekili olarak Rauf Bey kabinesinde yer aldı. Ancak benim asıl üzerinde durmak istediğim nokta, milli mücadele ve Türk devriminin oluşumu sırasında bu büyük olayları değerlendirmeye ve tarihsel bir bağlamda açıklamaya yönelik çabalarıdır. TBMM’nin sözcüsü niteliğinde olan Hakimiyetimilliye gazetesinde yazdığı yazılar, yeni Türkiye’nin anlamını bütün yönleriyle ortaya koymaktadır. Bu yazılar, tarihimizde yepyeni bir dömemin başladığını vurgulayan son derece sağlıklı yorumları içermektedir. Şöyle ki;
Son iki yüz yıl içinde Türkiye, zayıf bonunu her gün biraz daha Batının tutsaklık zincirlerine uzatmış fakat halkın sosyal durumu ve ulusal ekonomi ihmal edilmiştir. Her gün biraz ezilen, biraz düşen ekonomimiz sevgili Türkiyemizi bir açlar memleketi haline sokmuştur.
Mahmut Esat’a göre yeni Türkiye’nin iki köklü anlamı vardır. Birisi yeni Türkiye halk devletidir. Öteki, yeni Türkiye dışa karşı uygar devletler, uluslararası hukuk esaslarından başka bir kayıt ile bağdaşamaz. Çünkü biz Türkler, vatanımızı savunmaya karar verdiğimiz günden beri ülkemizin siyasal, sosyal ekonomik durumunda bir yenilik getirmek davasında bulunuyoruz. Ölüm tehdidi karşısında yeni baştan ayaklanan yeni Türkiye, hür varlığının içinde saray ve ona yardım edenler tarafından, dışta dünya savaşından galip çıkan kapitalist ve emperyalist siyasete esir edilmek istendiğini gördü. Nedenlerini Osmanlı tarihinden ve dünya tarihinden alan siyasal olaylar, Türkiye halkını ,en baştan silaha sarılmak zorunluluğunda bıraktı.
Artık yeni Türkiye, bir hakimini, bir velinin hatta bir sınıfın değil, halkın malıdır. Yeni Türkiye bir halk devletidir. Devletin yeni idaresinin de halk devleti esaslarına göre fakat bu esasların da Türkiye’nin ekonomik, sosyal anlamı ile ölçülerek kurulması zorunludur.
Halk yönetimin kurulmasından Mahmut Esat ne anlıyordu? Ona göre: Bir idare ki yönünü Türkiyeli çiftçinin övendiresi verecektir. O zaman Türkiyemiz serüven politikasından kurtulacak, maddi, olumlu bir ekonomi siyaseti harap yurdumuzun mukadderatına egemen olacaktır. Türkiye o gün gerçek anlamı ile milli devlet haline gelecektir. Çünkü Osmanlı İmp. hiçbir gün milli bir devlet olamamış, milli ekonomi, devletin genel politikasına egemen bir duruma gelememiştir. Türkiye’de şimdi bütün üretici kitlelerin katkısıyla yeni bir dönem başlıyor. Halk egemenliği kuruluyordu. Ulusal bir devlet kurulurken ulusal bir ekonomi yaratmak da birincil koşuldur. Yeni Türkiye artık bir şahıs idaresinin altına giremez. Böylece Mahmut Esat’ın milli mücadelenin en yoğun günlerinde Atatürk’le aynı dili konuştuğunu belirtmeye herhalde gerek yoktur.
Mahmut Esat, İktisat vekilliği görevi sırasında Ziraat Bankası’nın düzenlenmesi, kooperatiflerin gelişmesi ve kredi sorunlarıyla uğraştı. Ancak asıl önemli olan ve üzerinde durulması gereken nokta İzmir İktisat Kongresinin toplanmasıdır.
Bu, iktisat vekili Mahmut Esat’ın çabaları ile ilk kez Türkiye’de toplanan geniş kapsamlı bir iktisat kongresidir. Kongre, doğrudan doğruya iktisat vekili Mahmut Esat’ın imzasını taşıdığı halde Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni adlı eserinde, kongreye büyük bir yer vermekle birlikte, onun adını anmak gereğini bile duymamıştır. Mahmut Esat’ın imzasıyla yayınlanan bir genelgeye göre: Beşeriyetin gücünün üstünde büyük özverilerle bağımsızlık ve özgürlüğünü, tırnak ve dişleriyle boğuşarak XX. yüzyılda bir kez daha kazanan Türk ulusu, önünde yeniden yeniye açılmakta olan iktisat cidali sahasına, aşılması çetin ve güç fakat herhalde zaferle aşacağı gerçek hayat mücadelesine büyük azim, metanet ve güvenle yürüyor. Yine onun basına verdiği bir demece göre: Memleketimizin büyük zaferden hakkıyla yararlanabilmesi bu yeni sahada başarılı olmasına bağlıdır. Bu yeni saha iktisat sahasıdır. Mecliste yaptığı konuşmada ise: Muvaffak olabilmek için dünyanın iktisat dünyasının önüne toplu ve kuvvetli olarak çıkmaya mecburuz… diyordu. Çünkü Türkiye her medeni devlet gibi ve her vadide olduğu gibi iktisadiyatında da İstiklal ve hürriyetini istemekten başka bir şey yapmıyor.
İzmir İktisat kongresi, 17 Şubat 1923 günü bütün illerden gelen tüccar, sanaayici, çiftçi, işçi temsilcilerinden oluşan 1135 üyenin katılımı ile açıldı. Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın ünlü konuşmasını iktisat vekili Mahmut Esat’ın açış konuşmasını izledi. İktisat vekili, ulusal egemenlikle ekonomik egemenliğin özdeş olması gerektiğini özellikle vurgulamıştır. Ona göre, Yeni Türkiye, “Memleketimizin iktisadi anlam ve iktisat tarihimizin ruhiyatına uygun başlı başına bir iktisat siyaseti izlemek zorundadır. Çünkü biz, iktisat meslekleri tarihinde mevcut mekteplerden hiç birine mensup değiliz. ”Ne bırakınız geçsinler, bırakınız yapsınlar” mektebine ne de sosyalist, komünist, etarist veya himaye mekteplerinden değiliz. Bizim de, yeni Türkiye’nin, yeni iktisadi manasına göre yeni bir iktisat mektebimiz vardır.
Mevcut mekteplerden yararlanmak söz konusu olmakla birlikte yeni Türkiye karma bir iktisat sistemi takip etmelidir. İktisadi teşebbüs kısmen devlet kısmen şahsi teşebbüs tarafından deruhde edilecektir. Mahmut Esat, bu konudaki düşüncelerini 1930’lu yıllara daha da derinleştirmiş ve ayrıntılı olarak açıklamıştır. Sonuçta “mutedil devletçilik” sistemini savunmuştur. Ancak o hiçbir zaman bireyi dışlayan katı bir devletçilikten yana olmamıştır. Çünkü: İktisadi hayatta devletin tam bir müdahalesi ferdi inkara varır… Halbuki cemiyet kadar fert de vardır. Ferdi inkar eden komünizm, sosyalizm en zayıf yeri bizce budur. Buradan yıkılacaklardır.” Bu satırların yazıldığı tarih 1931 yılıdır. Daha bu tarihlerde komünizm, faşizmin yıkılacağını yazması, iktisadi doktrinleri derinlemesine kavramış olan Mahmut Esat’ın ileri görüşlülüğünün somut bir kanıtıdır.
Mahmut Esat Bozkurt’un adını ölümsüz kılan iki büüyük hukuk başarısından birincisi medeni kanunun kabulündeki rolüdür. İkincisi ise ünlü Lotus-Bozkurt davasını uluslararası bir mahkemede Tüürkiye adına savunması ile kazanmasıdır. Bu konuda sözü buradaki değerli hukukçularımıza bırakıyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni hukuk anlayış ve düzenine inanmış hukukçuların yetiştirilmesi için 1925 yılında açılan Ankara hukuk mektebinin kuruluşundaki büyük rolüünü de unutmamak gerekir.
Mahmut Esat, 1930 yılında adliye vekilliğinden ayrıldı. Milletvekili ve profesör olarak görevini sürdürdü. Üniversite ve yüksek okullara konulan devrim tarihi derslerinin işlenmesinde etkin bir görev üstlendi. Dersler 1934 yılında başladı. Mahmut Esat dışında bu dersleri vermekle Yusuf Kemal, Hikmet Bayur ve Recep Peker görevlendirildi. Mahmut Esat, Türk devrimini başka devrimlerle karşılaştırarak inceliyordu ve anlatıyordu. Bu dersler büyük bir ilgi gördü. Zeynep Hanım konağı dolup taşıyordu. Atatürk ihtilali adını taşıyan ünlü eseri, bu derslerin bir ürünü olarak 1941 yılında gün ışığına çıktı.
Öte yandan Mahmut Esat, Türk devriminin en büyük kazanımlarından biri olan laikliğin yılmaz bir savunucusu görevini de yaşamının sonuna kadar sürdürdü.
“Ben Türk inkilabını garplılaşma diye anlıyorum. Şimdiye kadar yapılan işlerde bunlardan başka bir şey değildir.” diyor. Mahmut Esat, laikliği bir zihniyet değişikliği olarak algılamaktadır. “Madem ki garplılaşıyoruz. Garp zihniyetini, garp kafasını, garp görüşünü de nakletmek lazımdır….”
Türkiye’de yeni bir anlayışın bilimle gerçekleşeceğine inanan Mahmut Esat, böyle bir değişikliğin klasik kültürü özümsemeye bağlı olduğunu ve böyle bir kültürün verilmesi için bu yolda örgütlenmesi gerektiğini savunmaktadır: “Biz büyük bir teşkilatla garbın bütün klasik ve ana eserlerini dilimize süratle çevirmek ıztırarındayız (zorundayız). Eski Yunan ve Roma asarını da… yarın inkılabı tesellüm edecek olan Türk gençliğinin ve bugünkü neslin kafasını bunlarla techiz etmek mutlak bir zarurettir.” Klasik kültürü özümsemek, çağdaş bilimsel bir zihiniyete sahip olmak bizi özümüzden koparmaz, kimliğini öldürmez. Tam tersine şimdiye kadar izlenen poltika bizi öz kimliğimizden koparmış ve gençlerimizi de boşluk içinde bırakmıştır.
Mahmut Esat bunları 1931’de yazmaktadır, söylemektedir. Onun klasiklerin dilimize çevrilmesi konusundaki görüşleriyle, 1940’larda bu alanda büyük bir adım atan Hasan-Ali Yücel’in düşünceleri arasındaki büyüük benzerliğe dikkat çekmek isterim.
Laiklik, Türkiye’deki zihniyet değişikliğinin bir güvencesidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin birliğini bütünlüğünü sağlayan temel bir güvencedir. Mahmut Esat , laikliği XX. yüzyılın doğal bir akımı, ama kesinlikle benimsenmesi gereken bir değeri olarak görmektedir. Bu yüzyılda laik olmayan hiç değilse yasalarını laik bir hale koymayan bir devlet, eşit haklarla, eşit işlemler içine giremez.
Mahmut Esat Şubat 1933’de Bursa’da ortaya çıkan irtica olayından sonra laikliğin daha ateşli bir savunucusu olmuştur. Anadolu gazetesinde birbirini izleyen “Yobazların elinde din”, “Soyguncular elinde din” başlıklı yazılarıyla en büyük uyarı görevini yapmıştır. Tekrar tekrar laiklik sorununu işledi. Tarihimizden yığınla örnekler verdi. Ona göre yapılacak iş, dini yobazların ve soyguncuların elinden kurtarmaktı. Çünkü şeriatçıların amacı, din namına milleti soymaktır. Din, hangi millete dünya işlerine karıştı ise mutlaka bu yolda kullandı. Bu sıkıntıları İslam dünyası kadar hiristiyan dnyası da çekildi. Tek kurtuluş çaresi dini dünya işlerinden ayırmak, onu siyasete karıştırmamak ve yalnız bir vicdan işi yapmaktır. Sözlerimi Hasan-Ali Yücel’in, Mahmut Graf’ın ölümünden sonra yazdığı bir. yazıyla bağlamak istiyorum.
Hakiki şahsiyeti İstiklal Savaşının içinde doğmuş olan Mahmut Esat Bozkurt’un ölümü, bizim için kıymeti düşünülmeye değer bir bilim ve politika adamının kayıbı oldu.
Adliye tarihimizin son asırlarda en önemli olayı olan Medeni Kanun onun Vekilliği zamanına rastlar. Heyecanlı nutukları, nutukları gibi heyacanlı yazıları, siyaset ve fikir tarihimizin vesikaları arasında kalacaktır. Bilim yazıları bile coşkun, cezbeli bir eda taşıyan Mahmut Esat’ın, Hukuk Fakültesi’nin ondokuzuncu yıl dönümünde, Fakültenin, kendisi Adliye Vekili iken kurulduğu söylenildiği zaman Türk gençliğinin yüreğinden kopan alkışları önünde nasıl ağladığını şu anda hatırlıyorum da, yalnız düşünen değil fakat yapan insanın ne şekilde mükafatlandığını bir kere daha anlamış bulunuyorum. Mahmut Esat’ın bütün hayatı boyunca yaptığı ve yapmaya çalıştığı memleket hizmetlerinin karşılığı ve mükafatı bu gençlik gösterisinde açık görünüyordu.
Hepimiz, gelip gidiyoruz. Verdiği, aldığından çok olana ne mutlu!..
Prof.Dr. Zeki Arıkan