Mahmut Esat Bozkurt ölmüş. Dün bunu öğrendiğim zaman duyduğum acı büyük oldu. Memleket onunla güçlü bir devrimci, bir inanç ve bir heyecan adamı kaybetti.
Mahmut Esat, tam bir devrimciydi. Dilde ve dirimde(yaşam) köklü değişimler isteklisi ve devrimin gönüllü bir bekçisiydi.
Dil davası(sorunu) bugün örgütlenmiş ulusal bir davadır. Mahmut Esat, bu davanın öncülerinden biridir. 1925’te Medeni kanun hazırlanırken, kanuna bir fazla Türkçe söz koymak, bir eksik yabancı sözcük yazmak için çok çırpınmıştı. Öztürkçe bir söz onun için en güzel yabancı sözcükten güzeldi. Bugünkü dilimizi, en güzel yazanlarımızdan biriydi. Kanuna birçok sözcüğü kendi koydu. İki yıl önce Büyükada’da bana, Esas Teşkilat Kanununun (Anayasa)Türkçeleştirmesinden söz ederken yirmi yıl önceki kadar ateşli ve devrimciydi.
Dirimde de köklü değişiklik isteklisiydi. Dirim derken hukuk, iktisat, siyaset gibi yaşama yollarını düzenleyen bütün temel kuralları amaçlıyorum.
Türk Medeni Kanunu, aynen İsviçre’den alınışında yalnız kanun metnini değil, ileri batı dirim koşullarını düşünürdü. İsviçre ileri demokrat bir memlekettir. Yaratılışı bakımından çok ileri olan Türk’ü İsviçreli kadar ileri ve çağdaş yapmak. İşte onun ideali buydu ve bunun yapılabileceğine inançlıydı.
İnanç adamıydı. İnancını kime karşı olursa olsun söylemekten, savunmaktan çekinmezdi. En büyük inancı Türk Ulusu, Türk Ulusunun büyüklüğüydü. Ona bu uğurda yaptırılamayacak iş, kabul ettirilemeyecek güçlük yoktu. Lotüs işini bu inançla üzerine almış, adalet mahkemesi ve bütün dünya önünde bu inançla savunmuş ve kazanmıştı. Gene büyük inancı, Türk devrimiydi. O bu devrimin vekili iken ödevli, sonraları gönüllü bekçisi oldu.
Heyecan adamıydı. Sözlerinde, derslerinde hep onu arar, onun için yaşama heyecandadır. Heyecan vermeyen hareket, heyecan vermeyen söz, heyecan vermeyen ders veya nutuk cansızdır. Sözlerini, cümlelerini, hareketlerini hep buna göre seçer. Devrim (tarihi) derslerine hep bu heyecan egemen olmuştur.
Mahmut Esat Bozkurt’u 1908’de öğrenci olarak tanıdım. Hukuka o yıl yazılmıştı. Sınıfın en küçük öğrencisiydi. Benden iki yıl devletler hukuku okudu ve iki yılda da iyi notlar aldı. Böyle olanlar ender olduğu için bununla çok övünür ve hocasını çok överdi. Öğrenciyken hocasına ne kadar bağlıysa Adliye Vekiliyken de o kadar saygılıydı.
Özel işlerinde derbeder(savruk) görünen Mahmut Esat, resmi işlerde çok dikkatli ve duyguluydu. 1926’da Cenevre’ye gittiğimizde, İsviçre Medeni kanununu yazan Prof. Hober’in mezarını ziyaret etmeyi ve bir çelenk koymayı kararlaştırdı. Bunu Türk Ulusunun İsviçre’ye karşı şükran gösterisi olarak düşünmüştü. Sırf bunun için Bern’e gittik. Elçimiz de birlikteydi. Hober’in nerede gömülü olduğunu, o öğrenecekti. Üniversiteden aldığı bilgi üzerine mezarlığa gittik. Mezarlık bürosu bize Prof. Hober’in mezarı olmadığını, cesedinin vasiyeti üzerine yakılmış ve külünün atılmış olduğunu söyledi. Mahmut Esat çok üzüldü. Çelengi külün atıldığı çam ağacı altına bırakmak düşüncesi konuşulurken, bana dikkatinin şu yeni kanıtını verdi: “Hocam, Üniversitenin burada gömülü olduğunu söylediği Prof. Hober, belki başka bir Prof. Hober’dir. Hukukçu profesör, yanmaya göre gömülmeyi seçer. Bir kere de biz araştıralım”dedi. Yeniden sorduk. Orada yakılan Hober’in fenci olduğunu, bizim aradığımız hukukçu Hober’in, kentin öbür yanındaki mezarlıkta gömülü bunduğunu öğrendik ve oraya gidip çelengi koyduk.
Fransız ajanı(görevli) Fromajo ile compromie’yi (uzlaşma konsunu)tartışırken Adalet Divanı’na sorulacak soru biçimi üzerinde çok duruldu. Türkiye haksız hareket etmiş midir? Haklı hareket etmiş midir? Fransız hukukçusu ikisini ileri sürmüştü. Birinci biçimini ileri sürdük. Sonunda dediğimiz gibi yazıldı. Divanın davasının bizi haklı çıkaran kararında sorunun bu biçimde yazılması önemli olmuştur. Bunu kendisinin dikkatine borçluyuz.
Yabancı adalet danışmanlarını toplanmaya çağırdığı günlerde de compromis(uzlaşma) konuşmalarında da Adalet Mahkemesi önünde de o hep, üç tuğlu bir Türk veziri gibi ağırbaşlı ve dikkatliydi.
Türk Adliyesini, bu toplanmaların her birinde de, Büyük Millet Meclisinde de inançla savundu. Adliyemize Cumhuriyet ruhunu ve Cumhuriyet ağırbaşlılığını ve adliyenin bağımsızlığını asıl aşılayan odur. Aşırılıklarını davasına bağlılığın içtenliğinde aramalıdır.
Onun bütün eziyeti kendisinedir. Ulus ve memleket işlerinde kararlı, ağırbaşlı ve dikkatli olan Mahmut Esat, özel yaşamında, kuralsız ve düzensizdir. Çok güçlü bünyesine karşın genç yaşta ölüşü bu yüzdendir.
İsviçre’de öğrenciyken Cenevre’deki Başkonsolosumuz, ondan belki bu nedenle şikayetçi olmuştur. Çünkü o uslu, uysal, miskin bir öğrenci değildir, ihtilalcidir. Bu yüzden Milli Savaş başlayınca, arkadaşı Başvekil Saraçoğlu ile beraber bu uğurda çalışmak üzere hemen yola çıkmıştır. Venizelos, Mahmut Esat ile Saraçoğlu’nun Milli Savaşta çalışmak üzere dönmekte olduklarından korku duymuş, bunun önüne geçilmesini telgrafla Roma’ya bildirmiştir. Venizelos’un bu isteğine karşın, iki ateşli ve kararlı İzmirli memlekete dönmüşler, Kurtuluş Savaşı’nda rol almışlardır.
Eğer yaşamını düzene koymak mümkün olsaydı, bilgisinden, düşüncelerinden ve kaleminden memleket uzun yıllar daha büyük oranda yararlanabilirdi.
Bununla birlikte arkasında her ölümlüye nasip olmayan bir ün ve başarı bırakıyor. Mahmut Esat adı devrim tarihimizde sürekli saygıyla anılacaktır. Çünkü Atatürk’ün ve İnönü’nün direktifleriyle adalet devrimimizi yapan odur. Ankara Hukuk Fakültesini kuran odur. Medeni Kanunu alan odur. Cumhuriyet adliyesini yücelten odur. Lotüs davasını kazanan odur. Cumhuriyet tarihinde onun ilerici atakları her zaman hatırlanacaktır.
Cemil Bilsel