Mahmut Esat Bozkurt Hatıralar – 9

Hastalığını haber aldığım zaman, içimden acı bir rüzgar esti. Çocukluktan gençliğe doğru attıkları ilk adımda, ağır hizmetlerin yükü altına giren birkaç emsalini hatırladım. Bunların hepsi ömürlerinde, ilk görev olarak, çetin bir vatan davasını kabul etmişler, bütün taze kuvvetlerini, büyük bir cömertlikle bu dava yolunda tüketmişlerdi. Bu yüzden olacak ki onları en gürbüz, en ayakta gördüğümüz zaman, birdenbire baskın veren bir hastalık, süratle bizi onlardan ayırmaya yeterli oldu. Ateşle, ölümle yıllarca yüz yüze gelen bu korkusuz gençler, böylece, hiç ummadıkları bir çelme ile yere serilmiş oldular. Bu hatıraların etkisi altında kalarak, Mahmut Esat’ın kara haberi henüz gelmeden içim sızladı.

Mustafa Necati’nin hastalığını duyunca, sağlık dilemek için telgraf gişesine koşan dostları, onun ölüm haberiyle karşılaşmışlardı. Vasıf Çınar’ın hastalığı ile ölümünü bildiren ilk telgraf arasında, yirmi dört saatlik bir fark bile yoktu. Reşit Galip’in ölümü de bize acı bir şaka gibi geldi. Hayatlarına doymamış insanların, ölümüne kanmak kolay olmuyor. Mahmut Esat’ın hastalığından, bu tam ve yarım hemşerilerini düşünerek, bir felaket kokusu almıştım.

Mahmut Esat Bozkurt da ötekiler gibi, görünüşte hiç ölmeyecek sanılan bir adamdı. “Adam” kelimesi onun için en yerinde bir deyimdir. Onu masada, koltukta, sofrada ve kürsüde tam bir adam olarak tanıdım. Nerede olursa olsun, havadan sudan konuşmazdı. Vatan ve millet sevgisi kemiklerinin içine kadar işlemişti. Bu sevginin etkisiyle hiçbir dakika konusuz kaldığı yoktu. Herhalde Taşlıcalı Yahya’nın:
Kaşki sevdiğim;sevse kamu halk-cihan
Sözümüz cümle heman kıssa canan olsa
(Keşke sevdiğimi, halk da cihan da herkes sevse. Bizim sözümüz herkese, sevdiklerimize bir hayat dersi gibidir. Günümüz diline çevirisi NT)
Beyiti onun en sevdiği parçalardan biri olmalıydı. Bir deniz gibi içinde yüzdüğü bu sevgiye, herkesi ortak etmek ister, dönen dolaşan sözleri, hep bu sevginin üstüne getirirdi.
Kuşadası’nın yabancılar tarafından işgalini anlatırken ağlar, istirdatını (geri alınış, kurtuluş) anlatırken yine ağlardı. Tabii, iki ağlayış arasında geniş bir mesafe göstererek.
Bozkurt vapuruna çarpan Lotüs vapuru yüzünden çıkan hukuksal ve siyasal olay, onun belli başlı gururlarından biriydi. İki devlet arasındaki davayı çözümlemek için Lahey mahkemesine giden heyete başkanlık etmişti. Başarıyla döndüğü zaman büyük bir heyecan içinde anlatıyordu:
– Mahkemenin kararı çoğunlukla verildi. Hatta lehimizdeki oylarla karşıt oylar birbirine eşitti. Fakat mahkeme başkanının lehimizde verdiği oy, iki oy sayıldığı için karar lehimize sonuçlandı. Böyle olması daha güzel değil mi?
Memleket çıkarını, böyle uç uca nefes nefese, kazandığını söylemekle mücadelenin ne kadar çetin olduğunu belirtmek istiyordu.
Vatan ve millet sevgisiyle dolu kalbinde, inandığı ve değer verdiği kişilere de özel yerler ayırırdı. Bir gün onu gözleri yaşarmış bir halde buldum. Adliyedeki odasından çıkan bir daire müdürünü göstererek:
-Ne dürüst, ne çalışkan, ne bilgili bir adam, dedi. Fakat ne yazık ki terfi etmesine barem kanunu(yükselme ile ilgili kanun) izin vermiyor!
Mahmut Esat Bozkurt’un kişiliğinde biz, bir değil, iki tür insan kaybetmiş oluyoruz: Merhum kafasıyla batılı, kalbiyle doğuluydu ve her iki cepheden de büyük bir insandı.
Genç ölmek, yaşlı ölmek, en sonunda göreceli bir zaman meselesidir. Asıl kahramanlık, temiz yaşamakta, temiz ve büyük ölmektedir.

Faruk Nafiz Çamlıbel – Yenigün Mecmuası

Önceki yazı
Mahmut Esat Bozkurt Hatıralar – 10
Sonraki yazı
Mahmut Esat Bozkurt Hatıralar – 8
Menü