Vatan mahzun, biz mahzun
Bozkurt’u kaybettik.
Vatan ve millet davalarını, din haline getirmiş ve yaymış olan Bozkurt, ne yazık ki artık sonsuza kadar aramızdan ayrılmış bulunuyor.
Türk kahramanlığının menkibeleri dilinde birer şiir haline gelen Bozkurt’un sonsuz heyecan dolu yüreğinin, böyle çok erken duruvermesi onu tanıyanları şaşkına döndürdü.
Dün sabah, ölümünü haber alanlar- sanki o da bir ölümlü değilmiş gibi- birbirlerine sordular:
_Nasıl ölür?
Bunu soranların hakkı vardı. Evet, dirilik ve heyecanın yarattığı Mahmut Esat’a, sonsuzluğa kadar sürecek sessizliği yakıştıramıyordu.
Onda üç sevgilinin karasevdası vardı: Vatan, Millet, İstiklal. Onu sürekli bu üç sevginin ateşinde yanarken bulurdunuz. Köye ve köylüye her şeysiyle bağlıydı. Milletvekili oldu. Bakan oldu. Profesör oldu. Bütün sıfatları taşırken ona ne zaman kim olduğunu sorsalar, o sürekli şu cevabı verdi:
– Kuşadalı çiftçi Hasan Beyin oğlu Mahmut Esat.
İstiklal Savaşında henüz eğitimini bitirmiş bir gençken, hemşerilerinin başına geçerek dağa çıktı. Bin zorluk ve güçlük içinde yıllarca dövüştü. Cumhuriyet Adliyesinde devrim yaptı. Medeni kanunları getirdi. Lotüs- Bozkurt Davasını kazandı. Binlerce Türk gencinin yetiştiği ve yetişeceği Ankara hukukunu açtı. Yetimlerin parasını yararlandırmak için Emlak ve Eytam (yetimler) bankasını kurdu.
Mahmut Esat, ne zaman bu hizmetleri sayılsa sürekli gözleri dolar ve:
– Ben hiçbir şey yapmadım. Bu millet ve bu vatan o kadar çok sevgiye ve hizmete layıktır ki bizim yaptıklarımız hiçtir. Ben yaptıklarımla övünmüyorum. Daha fazla yapamadım diye yanıyorum, derdi.
Bir gün Selçuk’ta babasının çiftliğinde dolaşıyorduk. Tanıdığı bir köylüyle karşılaştı. Hal ve hatır sordu. Hava çok soğuktu. Köylünün üstü başı yırtıktı. Zavallı üşüyor, titriyordu. Mahmut Esat, sırtındaki yakası lutur kürklü paltoyu çıkarıp o hemşerisinin sırtına geçirdi. Kendisi paltosuz İzmir’e gelerek hazır elbisecilerden yirmi liraya bir palto alıp giydi.
Köylüye verdiği lutur paltonun bir anısı vardı. Bozkurt- Lotüs davasına gittiği zaman, devlet kendisine yevmiye ve harcırah vermişti. Bu paralardan yalnız bu paltoyu, bir de dört beş cilt kitap almıştı. Arta kalan parayı:
– Yedim içtim, kitap, palto aldım. Bunlar da attı. Diye maliye hazinesine iade etmişti.
Milli savaşta, düşman Bozkurt’un Kuşadası’ndaki evlerini, dükkanlarını yaktı. Elinde elli bin liralık harikzede(yangın) senedi vardı. Nüfuzunu(gücünü) kullandı da dalavere ile mal mülk aldı demesinler diye, vekil bulunduğu süre içinde kullanmayarak kasten geçersiz bıraktığı bu senedi yırtıp attı.
Bozkurt’u karasevdasının ateşinden, bir an kurtulmuş göremezdiniz. Milletvekiliyken, bakanken, avukatken hatta yerken içerken o sürekli vatanını söyler, milletini konuşur, köylüyü düşünürdü.
Muğla Ağır Ceza Mahkemesinde idam mahkumu, iki suçlunun savunmasını yapıyorduk. Suçlulardan biri çift çubuk sahibi bir zengindi.
Benim hazırladığım savunma metnini incelerken:
– Aman Murat, dikkat edelim. Zengini kurtaracağız diye, Köyceğizli Abdullah’ı ihmal etmeyelim. Savunmanda Abdullah’a daha geniş yer ver.
Demiş ve savunmamın Abdullah’a ait bölümünü, kendi kalemiyle mümkün olduğu kadar eklemeler yaparak güçlendirmişti.
Bozkurt’un ölümüyle memleket kolay kolay yerine koyamayacağı bir evladını; genç hukukçular değerli hocalarını, biz de çok değerli bir meslektaşımızı kaybettik. Yıllarca bize vatan ve istiklal şiirleri söylemiş olan bu aşk ve heyecan simgesinin yokluğuyla: Vatan mahzun biz mahzun…
Av. Murat Çınar