Mahmut Esat Bozkurt’un Tabutunun Arkasından Giderken

İzmir, Mahmut Esat’a içten gelen coşkun bir cenaze alayı yaptı. O da babası gibi Kuşadası’ndaki aile çiftliğinin tarlaları içine ve babasının yanına gömülmesini vasiyet etmişti.
Ay yıldızlı al bayrağa sarılı tabutu, Türk izcilerinin yarın yurt işlerinin sorumluluk yüklerini taşıyacak olan omuzları üzerinde, bütün bir halkın ve dostlarının gözyaşlarının serpildiği yollardan geçerek yavaş yavaş Alsancak istasyonuna ilerliyordu.

Merhumun İzmir İdadisi(lise) arkadaşı Mustafa Turgut’la yan yana yürüyorduk. Titrek bir sesle bana, orta öğrenimine ait anılarını anlatıyordu. Çok heyecanlı ve coşkuluydum. Zihnim bir noktaya saplanmıştı: Mahmut Esat babası gibi, aile çiftliğinin tarlaları arasına gömülmeyi vasiyet etmişti. Ve yarın o, Kuşadası’nın- bu yurdun her karış toprağı gibi-Türk’ün kanı, Türk’ün teriyle yoğrulmuş toprağına gömülecek , o toprağın bir parçası olacaktı.

Henüz eğitimini bitirmiş bir gençken, Kurtuluş Savaşı’nın ilk günlerinde tüfek elde savunduğu bu toprağın, bu vatan parçasının öldükten sonra bile – mezarıyla- bekçisi olmak istemişti. Tabutunu izlerken bu vasiyetinin taşıdığı derin anlamı düşünüyordum.

Doğduğumuz aile evini, o evin bulunduğu şehri, -kaldı ki iki üç evli bir köyceğiz yahut yıkık ve bakımsız, hüzünlü bir şehir bile olsa- sevmek… Çocukluğunuzda içinde oynadığınız bahçenizin, gezindiğiniz sokakların havasını, soluk aldığımız ovaların, dağların anılarını, birer kutsal andaç gibi ölünceye kadar yüreğinizde korumak, o şehri ya da köyü, onun bakımsız evlerini, dar sokaklarını, yabancı ellerin, geniş ve asfaltlı caddeleri, meydanları yedi sekiz katlı binalarla süslenmiş bayındır şehirlerine değişmemek… Ve oralarda bulunduğunuz zamanlarda bile o küçük, bakımsız, fakat sizin olan şehri özlemek… Ovalarınızın, dağlarınızın, hür havasını ciğerlerinize doldururken duyduğunuz mutluluk ve sevinci dünyanın hiçbir yerinde duymamak… Bu derin, büyük sevgiyi bütün yurda, bütün Türk şehir ve köylerine, ova ve dağlarına yaymak… Bir gün bu kutsal şeylere, bu aziz yurda göz koyan olursa o gözleri kör etmek için gerekirse ölmek… İşte Mahmut Esat’ın coşkun ve kendinden geçmiş ruhunu çocukluğundan ölümüne kadar bir volkan gibi yakıp kavuran, bu türde bir sevgiydi. Kanaatimce, bir insanı doğduğu toprağın çocuğu yapan, ancak böyle bir sevgidir.

Asırlarca süren savaşlar ve kötü bir yönetim yüzünden bakımsız kalmış, fakir düşmüş bir yurdumuz vardır. Şehirlerimiz, köylerimiz, genellikle bakımsız ve yıkık bir haldedirler. Oralarda hayat, bugün bile cansızdır. Ovalarımızın, dağlarımızın büyük bir kısmı ağaçsız ve çıplaktırlar. Biz bu şehirleri, bu köyleri, bu ovaları, bu dağları bu hallerine rağmen seveceğiz. Bir ana, bir baba hasta olan çocuğunu nasıl sever ve üzerine titrer, onun iyileşmesi için bütün varlıklarını nasıl sarf ederlerse biz de yurdumuzu öyle seveceğiz. Onun üzerine öyle titreyeceğiz ve bütün gücümüzü, varımızı, yoğumuzu yurdun kalkınmasına, şehir ve köylerimizin bayındırlığına sarf edeceğiz.
Mahmut Esat, Türk gençliğine böyle bir yurt sevgisi, böyle bir ülkü vermek için bütün ömrünü verdi.
Bizim Tanzimat ve hatta meşrutiyet devri vatanseverliğimiz ve milliyetçiliğimiz biraz, kuramsal bir vatanseverlik ve milliyetçilikti. Türk vatanseverliği, Türk milliyetçiliği, asrın anlayışına uyan kimliğini, Kurtuluş Savaşı’nda ve Cumhuriyet döneminde kazanmıştır. Bu mutlu ve verimli değişmede Mahmut Esat’ın büyük bir payı olduğunu kuşkusuzca söyleyebiliriz.
İtiraf ederiz ki, Mahmut Esat(çok müfrit ve şoven) bir milliyetçiydi. Onun ırki milliyetçiliği bizim milli bünyemize uymayan bir milliyetçiliktir. Fakat önce de söyledik, yine tekrar ederiz. Mahmut Esat bu anlayışında çok samimiydi. O, coşkun ruhlu ve kendinden geçercesine bağlı bir ülkü adamıydı. Onun için çok derin olan bilgisine rağmen, bu gibi aşırılıklara düşmekten kurtulamamıştır. Aslında hangi ülkü adamı aşırılığa düşmekten tamamıyla kurtulabilmiştir?
Mahmut Esat, samimi bir ülkü adamı olduğu içindir ki dersleri, nutukları, konferansları, kitapları, makaleleri, Türk gençliğinin ruhunda derin izler ve yankılar bırakmıştır.
Bunun en büyük kanıtı, zamansız ölümünün İstanbul’da Üniversiteliler ve şehrimizde genç izciler ve liseliler ve bütün aydınlar arasında uyandırdığı büyük heyecan ve üzüntü ve bütün gençlerin ve aydınların cenazesine katılmak için gösterdikleri büyük ilgi ve istektir.
Asırlarca ümmet anlayışının uyuşturucu etkisiyle kendisini unutmuş ve bu yüzden varlığı tehlikeye düşmüş bir millet için, Mahmut Esat gibi ülkü adamlarına ihtiyaç vardır. Kaldı ki bu memlekette bugün bile, Türk vatandaşı olduğu, Türk ekmeği ile karnı doyduğu ve önemli makamlar işgal ettiği halde iki üç nesi önceki dedelerinin milliyetine bağlılığı iddia eden ve bununla onur duyan beyinsizler vardır.
Onun içindir ki onun gür ve erkek sesi Türk kalplerine işlemiştir. Topyekün Türkçülük yazarı, şimdi hür yurdumuzun, Ege denizinin hür rüzgarlarıyla serinlenen bir ovasında, tarlalar arasında son uykusunu uyumaktadır.
Ege denizinin kıyılarında tarlalar arasında iki mezar… İki Türk mezarı… Baba ve oğul…
Bunun derin anlamını Türk gençleriyle aydınlarının pek anladıklarının pek iyi anladıklarının en güçlü kanıtı, zamansız ölümünün uyandırdığı, genel üzüntü ve tabutunun arkasından dökülen gözyaşlarıdır.

Ali Agah Dinel
Anadolu Gazetesi 27.12.1943

Önceki yazı
“Mahmut Esat Bozkurt’u Tanımak ve Anlamak”
Sonraki yazı
Mahmut Esat Bozkurt’u Anarken
Menü